Manto

tarafından admin
0 yorumlar 1,6K Görünümler

Bu yazımın başlığı kuşkusuz Gogol’un Palto kitabına benziyor, bir nevi oradan esinlenme de diyebiliriz. Birbirinden farklı ama  benzerlikleri olan iki ayrı hikayeden yola çıkarak, sizlerle, çocukluğuma dokunan bir hikayeyi paylaşacağım. Bu yazı da, nice kitap gibi, Gogol’un “Palto”sundan çıktı.*

1993… Benim için garip bir yıl olmuştu. Sivas olayları bu garipliklerin en üzücü olanıydı. İnsanlar diri diri yakılmış, aydınlar karanlığa hapsedilmişti. 13 yaşındaydım, ömrümce unutamayacağım bir acı saplanmıştı kalbime. Bu korkunç olayın yanı sıra ailemin karşılaştığı zorlu yıllar da geçmek bilmiyordu. 

Bu yazıyı yazarken, Sivas katliamına dair süren son dava da zaman aşımından düşürüldü. Sanki ne zaman bir yazı yazmaya başlasam, o gün kötü bir haber alıyor ve yazılarıma kısa da olsa eklemek durumunda kalıyorum. 30 yıldır boş sanık sandalyeleriyle süren Sivas davası, bu son kararla kalbimize hançeri soktu. Siz, yakanları aklayıp ödüllendirdikçe biz unutmadık, unutmayacağız. Bir gün hesap sorulur elbet! Nitekim, tarihin gerçekleri yazmak gibi büyük bir görevi var. 

Konumuza geri dönelim. Nerde kalmıştık? Manto! 

O yıllarda, Cem (ağabeyim) ve benim de zaman zaman yardım ettiğimiz bir fabrikamız vardı. Birçok insanla birlikte biz de ailecek çalışıyorduk. Emeği erken yaşta öğreniyorduk. Annemin ve babamın bizi zorladığı yoktu. Aklınıza öyle şeyler gelmesin, biz, okuldan çıkıp fabrikaya gitmeye bayılıyorduk. Ne güzel günlerdi. Yaşayanlar iyi bilir; dostluklar, paylaşımlar, sevgi ve saygı para üzerine kurulu değildi, samimi duygularla insanlar birbirini seviyorlardı. Üstelik para konuşmak ayıptı, biri böyle bir gaflette bulunursa ayıplanırdı. O yıllarda, henüz para bütün ayıpları örtmüyordu. Annem ve babam patron gibi değillerdi. Aksine, işleri yetiştirebilmek için gece gündüz çalışırlardı. Biz de yanlarında sabahlardık. Sıkılmazdık. Bir arada olabilmek ne güzel şeydi.

Bu fabrikada palto, manto ve ceketler dikilirdi. Marka isimlerle çalışılırdı. Annem, her biten işten bana ayırmak isterdi, büyüdüğümde giyerim diye. Benim annem çok iyi bir makinist idi. Modanın geçmeyeceği ürünleri iyi bilirdi. Lakin annemin kızı olarak ben hiçbir zaman moda takip eden biri olmadım, rahat hissettiğim gibi giyinmeyi yeğledim, o kadar. Annem ise çok güzel giyinirdi. Rujunu sürmeden fabrikaya dahi gitmezdi. 

Bir gün, annem, simsiyah, kaşe kumaş bir mantoyu eve getirdi. Bu manto, büyüyünce giymem için annemin dolabında yıllarca saklandı ve yıllar geçti. Eskimesin diye yıllarca bu mantoyu giymedim. Bu, eşya bağlılığından değildi. Böylesi hızlı akan korkunç bir çağda, geçmişin güzel anılarını saklamaktan ileri geliyordu. Yani unutmamaktan. Hani, her şeyi çabuk unutur olduk ya, işte ondan.

Gogol’un, Palto kitabındaki ana karakter Akakiy Akakiyeviç eskiyen paltosunun yerine zor bela yenisini koyarken canından olacağını bilmiyordu. Aslında, o da eskiyi tamir ettirmek istiyordu, mecburiyetten yeniyi diktirmek zorunda kalmıştı. Palto almak öyle kolay iş değildi ki! Soğuklar içine işleyince, insan paltonun önemini ve değişmesi gerektiğini anlıyordu.

Bizim için de hayat öyle güllük gülistanlık olmamıştı. İyi olup, iyi kalacağız diye yaşadığımız kötülüklerin haddi hesabı yoktu, üstelik bir türlü bitmiyordu. Bir gün, fabrikamız soyulmuştu. Sabah, teslim edilmesi gereken mantolar çalınmıştı. Biz de batmıştık. O kadar sıkıntının içinde, annem benim için ayırdığı manto ve ceketlere seviniyordu. İşçi insanların küçük sevinçleri hiç biter miydi?

İnsan, ne kadar eskise de bazı eşyalarını evinden de kalbinde de atamıyor. Yanlış anlaşılmasın, öyle her şeyi toplayan biri değilim, bir eşya ile münasebetim bitince kullanabilecek haldeyse paylaşırım, değilse de atarım. Bu manto sanırım ömrümün sonuna kadar gardrobumun baş köşesinde duracak. Çünkü, ona baktıkça, o yıllara gidiyor, bir zamanlar hayat çok zor olsa da  güzelmiş diyebiliyorum. Bu hissiyat da bana geleceğe yürürken güç veriyor.

Mantomu, geçtiğimiz aylarda, sözleri değerli hocam şair Şükrü Erbaş’a ait olan “Eşiklerde Açan” bestemin klibinde de giymiştim. O gün hava karla karışık yağmurluydu. Korkunç bir soğuk vardı. Yağmurda ıslanmayı sevdiğimden, klip çekimlerinde, yüzüme vuran damlalar hariç, hiç zorlanmadım. Mantom beni öyle sıcak tuttu ki, hastalanmadım. 

Fabrika zamanları, işçi ailelerin çocukları, binbir zorluklarla baş ederken yaşamayı unutmayan evlerin bireyleri olmak güzeldi. O zamanlar, değil Londra, dünyanın bu kadar kısa sürede böyle bir yere dönüşeceğini zerre hayal etmemiştim. Ne umduk ne bulduk hesabı, giderek kötüleşen dünyada, en çok da hayvanlar ve çocuklara tutunarak yaşayabiliyorum. Yaşadıklarını unutamayanlardan olduğum için, birkaç eşya, fazlasıyla anılarıma sımsıkı bağlanarak ancak nefes alabiliyorum. Mantom da o yıllara sımsıkı tutunduğum bir parçam. Bana, beni hatırlatan, binbir emekle büyüttüğüm dünyamı unutturmayan.


*Rus yazar Fyodor Dostoyevski’nin Rus edebiyatının gelişimine dair Rus gerçekçilerini kast ederek “Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık.” sözünü kullandığı rivayet edilmektedir.

Şunları da Beğenebilirsiniz

Yorum Bırak