Son yıllarda iyice kuşku duymaya başladım. Hayatı, ölümü, yalanı, gerçeği, bilgiyi, hurafeyi sorguladım durdum. İnsanlara dokundum ellerim yandı, bilgiye sığındım beynim sulandı. Karıştıkça, karıştım. Bir şeylere inanmak ya da inanmamak arasında gittim geldim. Bilgiyi sevdim, öğrendikçe eksildiğimi, hiçbir şey bilmediğimi gördüm. Duygularımla, anılarımla, yaşanmışlıklarımla, bütün sorularımla hayatın içinde akmaya devam ettim.
Hayaller kurdum. Ulaştıklarım oldu, ulaşamadıklarım da. Bazı geceler yıldızları seyrettim, kimselerin olmadığı saatlerde gökyüzünde gezintiye çıktım; yüklü bir buluta yaslanıp yağdığım da oldu, hüzünlere sarılıp ağladığım da..
Bilginin ve gerçeğin birbirine karıştığı, herkesin her şeyi bildiği, emeğin görülmediği bir dünyada hayalleri olmayanlar başka neye sığınabilirler ki? Hayallerimi, her yeni güne başlamanın umudu kadar sevdim.
Hayallerim olduğu gibi birçok hayal kırıklıklarım da oldu. Her şeyin bir sebebi var, yaşadıkça öğrendim. Her şey akıyor, gidenler boşuna gitmiyor, gelenler boşuna gelmiyordu. Her şey ve herkes bir akışın içinde akmak zorundaydı, hepsi bu.
Özgürce konuşmayı savundum. Açık sözlülük ile patavatsızlığın aynı şey olmadığını fark ettim. Aynalara baktım, öz eleştirimi yaptım, içimi iyileştirmek için yüzleşmeyi tercih ettim. İnsanın, bir ömür asıl kaçtığı kendisiyken, yüzleşmenin ne kadar zor olduğunu gördüm. Dışıma pek bulaşmadım. Benim için asıl mevzu içeride olandı. İnsanların, içlerini gördükçe korktum ama kaçamadım. Çünkü, bir kere insanın insana iyi geldiğine inanmıştım.
“Müzik acıyı hafifletir”. Müziğe sarıldım. Yaralarımı enstrümanımla sardım. Dünyanın acılarını şarkılarımla anlattım. Karanlık zamanları belgeledim. Yola bu felsefe ile başlamıştım. Başladığım yeri unutmadım.
Şiirler besteledim. Şairleri çok sevdim. Başucu şiirlerim oldu, bu şiirleri okumadan uyumadığım günlerim de. Hayatın içinde akıyorken, beni iyileştiren gücün başkalarına da dokunması gerektiğine inandım.
Bu yüzden, insanlara karışmaktan vazgeçmedim.
Yağmurlu günlerde kendimi iyi hissettim, hüznüm acı vermemeye başlayınca onu da çok sevdim. Hüznümü, kendime sakladım.
Başarılarım, başarısızlıklarım oldu. Bu kelimeyi hiç sevmedim. Kimseye şikayet etmedim. Bazen suçlasam da insanları, bu düşünceden hemen sıyırdım kendimi, hayatın akışında suçlayarak yaşamanın insana iyi gelmediğini çabuk öğrendim.
Keşke ya da pişman kelimelerini neredeyse hiç kullanmadım. Yanılgılarla dolu ömür tarihime bir hikaye daha ekledim diye düşündüm. Hikayesiz hayatları gördükçe hikayelerimi de sevdim. Bir arkadaşımın ‘bak ne çok hikayen var’ demesiyle uyandım.
İnsanın, gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen televizyonlardan uzak durdum. Sonra gördüm ki, bu durum insanlara da bulaşmış, gözlerimizin içine baka baka yalan söylemek, yalan söylerken utanmamak kolay olmuş. Bu, yalan yanlış insanların hayatlarımıza karışması sosyal medyanın en kötü yanlarından biriymiş.
Shakespeare Olmak ya da olmamak dediğinde tam olarak ne demek istemişti? Bu kadar kolay mı olunuyordu? Ya da bir şey oluyor muyduk ki? Bir tuşa basarak bir şey olmak, kopyala yapıştır hayatların içinde kaybolmak mı bizi biz yapıyordu? Sahi, olmak veya olmamak neydi?
Bir tuşa bakıyor artık her şey, o tuşlarla akıyor hayat. Doğadan ve doğallığından uzaklaştıkça yapaylıklara sığınıyor, yalnızlaştıkça dışına dokunuyor insanlar. Belki de görmemek için bütün karanlıkları, çıldırmışçasına tüketiyor.
Birbirine benziyor suretler. İfadeler aynı. Bu kadar yapaylığın, başkaları için yaşamanın, içten çok dışa eğilmenin insana iyi gelebileceğini söylemek mümkün mü? Akıl hastalıklarının artışı da sınıfsal mı?
Heraklit, 2000 küsür sene evvel her şeyin aktığını, ölümden sonra bir başka canlıda hayat bulduğumuzu ve hiçbir şeyin bitmediğini söylemiş. Nasıl ki ateş, su, hava elementleri birbirine dokunarak hayatta kalıyorsa, insanlar da -karşıtlıklar içinde olsalar bile- iyisiyle kötüsüyle birbirine dokunarak hayat da kalabiliyorlar. İyiler iyi olmaya, kötüler kötü olmaya devam ederek.
Hayat bizden önce de akıyordu, bizden sonra da akacak. Bütün canlılar şüphesiz ölümü tadacak ama başka hayatlara karışacak mı meçhul. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben bir gün biteceğini bildiğim için bu kadar seviyorum hayatı, bunca kötülükle yüzleşerek yaşamak sona ermeseydi ne yapardım bilmiyorum.
Velhasıl kelam, bilginin, sevginin, düşüncenin hızla değişerek aktığı bu zamanda, yalansız, riyasız, kötülüksüz, çirkinleşmeden yaşamak, yapaylıklardan ve taklitlerden uzak durmak mümkün. Öyle ki, yalan yanlış insanlar, kötülükler, çirkinlikler çalsa da kapılarımızı, her şeye rağmen insan kalabiliyorsak, insanca yaşayabiliyorsak asıl marifet işte bu.