Tatlı ilk olarak bebek bekleyen bir çiftin evine yuvalanıyor. Bu çiftin bebeği dünyaya gelince, Tatlı’yı yalnız yaşayan bir adama veriyorlar. Tatlı, yeni gittiği evde dört gün yemek yemeyi reddediyor. O evde kalmak istemiyor, bu durumu güçlü karakteri ve tavrıyla belli ediyor.
Bu insan, -belli ki iyi bir insan- Tatlı için endişeleniyor ve onu alıp dostum Bergüzar’ın da o yıllarda çalıştığı markete götürüyor.
Bergüzar, Tatlı’yı kucağına alıyor. Tatlı hemen kafasını omuzuna yaslıyor; mama açıyor yiyor, sevgi gösteriyor karşılık veriyor, birbirini anında seviyorlar.
Bergüzar, uzun saatler çalıştığı ve o dönemler yoğun müzik faaliyetleri içinde de olduğu için Tatlı’yı alıp almamakta kararsız kalıyor. Bir yandan da onu çok seviyor ve bırakmak istemiyor. Tek başına karar veremeyince beni arayıp, durumu anlatıp ne yapsam diye sormuştu. “En azından yemek yiyor, deneyebilirsin, olmazsa bir şeyler düşünürüz” demiştim. O an, Tatlı’nın bir gün bana geleceğini, onun son ve ömürlük yuvası olacağımı hissetmiştim.
Aylar geçti. Bir gün, Bergüzar’ın Londra dışına gitmesi gerekti, Tatlı’ya bakar mısın dedi, “elbette” dedim. Üç gün bakacaktım. Öyle güzel, öyle tatlıydı ki onu geri nasıl vereceğimi bilmiyordum.
O yıllarda bir stüdyo dairede yaşıyorum. Annemlerin evinden ilk defa ayrılmışım. Büyük bir alan değildi ama kocaman pencerelerinden sızan gün ışığı evimi sıcacık yapıyordu. Tatlı çok mutluydu. Oradan oraya koşturup duruyordu. Ben de öyleydim. İşten çıkar çıkmaz kendimi eve atıyordum. Tatlı’yla zaman geçirmek büyük zevkti. Tatlı yalnız kalmasın diye haftasonları bile arkadaşlarımı eve davet ederdim. Tatlı mutlu, ben mutlu.
Üç gün sonra Bergüzar kısa tatilinden döndü. Tatlı’yı almaya geldi, ama gitmesini hiç istemiyorum. Neyse ki Bergüzar da durumu ve onun ne kadar huzurlu olduğunu fark etti. “Burada çok mutlu” dedi. Öylece karar verdik ve Tatlı benimle yaşamaya başladı.
Kısa süre sonra hayatımda değişiklikler oldu. Tatlı’yla birlikte taşındık. İkimiz çok yalnız zamanlar geçirdik. Birlikte mutluyduk. En zor zamanları bile çabuk atlatıyorduk. Yeni evimize taşındıktan aylar sonra Sarı da bize katılmıştı. Üç kişilik ailemizi kurmuştuk: Tatlı, Sarı ve ben.
Tatlı’nın dediği dedikti. Kuralları o koyardı, ben uyardım. Yeni evimizde bahçe de vardı. Geceleri on kere bir içeri bir dışarı çıkardı, defalarca beni uykusuz bırakmıştı. Bazen çok sinirlenirdim ama Tatlı hep kazanırdı.
Birlikte toplam beş kere ev değiştirdik. Kediler için ev değiştirmek zordur, kolay alışamazlar; saklanırlar, kaçarlar… ama Tatlı öyle değildi. Sanki her defasında bana güç verircesine başı dik, kuyruğu dik salınıp gezerdi. O an yeni hanemizi tanır ve bilirdi, zorluk çıkarmadan alışırdı.
Tatlı konuşurdu. Karşıma geçer bazen kısık bazen güçlü bir sesle bir şeyler anlatırdı. Musluktan su içerdi. Bazen, musluğun içinde uyur vaziyette bulurdum onu, o anlar hissettiğim duyguyu tarif etmem mümkün değil. Çok çok güzeldi.
Yıllar böyle geçti. Tam 11 sene devirdik yan yana. Ölümün yaşı yokmuş anladım. Ne zaman gelse başa o kadar acıtıyormuş.
Kasım’ın ilk haftası Tatlı’nın iştahsız olduğunu fark ettim. Daha doğrusu çok az yiyordu. Ona çeşit çeşit mamalar aldım. Yaşlılıktan ya da muhtemel bir diş sağlığı sorunundan yiyemediğini düşündüm. İçimde korkularım vardı, hayvanlarla aile olan insanların aklına en son getirmek istediği şeydir ölüm; aklıma geldi, dilime getiremedim.
Yemesi iyice azalınca acil veterinere koştuk. Veteriner, kızımın kalbine dokununca hemen anladı ölümcül hasta olduğunu. Tedavi deneyebiliriz ama masada kalabilir, çok yaşamaz dedi. Hayat arkadaşım İbrahim’le birbirimize baktık. En büyük kızımız, evimizin kraliçesine veda etme zamanın yaklaştığını sezmiştik. Birbirimize sarıldık, ağladık, o berbat kararı vermek zorunda olduğumuzu biliyorduk.
Tatlı’yı hastanede ölümle baş başa bırakamadık. O gün biraz rahat etmesi için önerdikleri aşıyı ve ilaçları yaptırdık, sonra kızımızı aldık ve evimize geldik.
Ertesi gün ne yaptıysak yemedi. O dik başlı, dik kuyruklu, boncuk gözlü kızımız köşelere saklanmaya başladı. Oysa Tatlı masanın, koltuğun, tezgahın üstünden inmezdi ve ona her yer, her şey serbestti, oradan oraya atlar dururdu.
Sabah, kan testi sonuçlarını söylemek için doktor aradı. Malesef o da iyi çıkmamış. Başka sorunları da varmış, “çok acı çeker, acil karar vermelisiniz” dedi. Kızımızın acı çekmesi kalbimizi sızlattı, içimizi yaktı. Nasıl belli etmediğini düşünüp durduk, kendimizi sorguladık, sorularımız cevapsız kaldı. Meğerse, kedilerin acı eşiği yüksekmiş, anlamamız neredeyse mümkün değilmiş.
O gün, bir umut, mama yer diye bekledik durduk. Saklandığı köşelerinden çıkardık, koltuğa, kardeşlerinin yanına getirdik. Nafile. Hiç hali kalmamıştı. Hızlı ilerliyordu hastalık. Yalnız kalma isteği bundandı. Gözlerine baktım, sarıldım, öptüm, kokladım. Defalarca “seni seviyorum” dedik birbirimize. Bir nevi vedalaştık, biliyorduk, son günümüzdü birlikte.
Bergüzar’ı aradım. Tatlı onun için de çok özeldi. Veda etmek isteyeceğini biliyordum. Uzaktaydı ama koşarak geldi. Sevdi, öptü, kokladı. Dördümüz birlikte veterinerin yolunu tuttuk. Yol boyu kucağımda camdan dışarıyı seyretti. Sanki o çok sevdiği doğayı bir daha görmeyeceğini biliyordu da, o sıkıcı kutunun içinde duramadı.
Hızlı akan dünyada ölüm de buz gibi insanın üstüne hızlıca yürüyordu. Veteriner pek telaşlı davranmasa da, hızlı hareket etmemiz gerektiğini biliyorduk. İçimiz sızlıyor, gözyaşlarımız sular seller gibi akıyordu.
Son anına kadar sevdik, öptük, kokladık çiçeğimizi, üçümüzün kucağında son uykusuna daldı.
Tatlı sevmezdi ağlamaları, sızlanmaları ama biz gözyaşlarımıza hakim olamadık. Her ölüm gibi bu da çok erkendi. Bana yıllardır hayat yoldaşlığı eden canım kızım artık olmayacaktı.
Günler geçiyor. Hayat devam ediyor. Diğer çocuklarım için çabuk toparlandım, acı duya duya gülümsemeye başladım.
Canım kızım, güçlü karakterim, boncuk gözlüm, asi bebeğim, musluktan su içenim, sokakları sevenim, çenesizim… sensiz evimiz çok sessiz, kalbimizde koca bir boşluk, boğazımızda düğümler.
Ölümden sonra ne var bilmek mümkün değil, belki bir gün buluşuruz, belki bir tek buydu serüvenimiz ama hayata bana seninle bir ömür biçtiği için teşekkür etmek istiyorum.
Yıllar geçse de ömrümün sonuna kadar en güzel hikayelerim olan seni ve Sarı’yı anacağım, sevginizi kalbimde sonsuza dek taşıyacağım. Huzur içinde uyu çiçeğim. Seni çok özleyeceğim.