Ana Sayfa Müzik/Music Olağanüstü Hertz 

Olağanüstü Hertz 

tarafından admin
0 yorumlar 729 Görünümler

Müzik ve felsefenin bir bütünlüğü olabilir mi?

Felsefe, müzikle anlatılabilir mi?

Bu tür sorular, günümüzde büyüyen tartışmalar içerisinde yerini almakta. Öyle ki, “Müzik Felsefesi” adında dersler, üniversitelerde konu olarak müfredata girmekte.

 Peki, felsefenin müzikle ilişkisi olabilir mi?

İkisinin de apayrı dallar olduğunu, hatta felsefedeki düşünce derinliğini ve karmaşayı müzikle anlatmanın güç olduğunu düşünebilirsiniz; haksız da sayılmazsınız; bu pek mümkün görünmese de tarihte yerini alan önemli filozoflar, müziğin insan üzerinde ve hayatındaki önemini vurgulamaktan geri durmamışlardır. Bu filozofların en öne çıkan isimlerinden biri, antik Yunan filozofu, Pisagor (Pythagoras). Bu yazıda Pisagor’un buluşlarına, müzikle olan ilişkisine, hayatına ve biraz da antik Yunan’a değineceğiz.

Pisagor, M. Ö. 570 ile M. Ö. 493 yıllarında yaşadı. Yüksek ihtimalle, müzikle ilgili teoriler geliştiren ilk filozof olduğu düşünülüyor. Bir demirci dükkanında, çekicin çıkardığı tiz ve pes sesleri duymasıyla, duyarlı kalbinde büyük bir merak uyanmıştır. sadece müziği duymakla kalmamış, evrene ve insana katabileceği önemi de görmüştür. Orta çağ’da çalınan, üçgen biçimli bir müzik aleti olan (aynı zamanda ses ölçer) “monochord” ile, telin çeşitli boyları ve nota perdesinin arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Sonrasında, sayısal oranlar çözümlemiş ve müzikal armonideki etkisini incelemiştir. Böylece, müzik matematiğinin gökbilim matematiğiyle ilişkisine dair teoriler bulmuştur. Bununla yetinmeyip, dünyada, tam sayıların oranlarını içeren diğer ilişkileri araştırmıştır; geometri, astronomi ve tıpta da bu oranları bulmuştur. Öyle söyleniyor ki, Pisagor’un buluşlarından sonra bu noktada bilim var olmaya başlamıştır.

Pisagor’un gözlemlediği en belirgin aralık, bulgularının evrenselliğini vurgulamaktadır. 2:1 oranı oktav olarak bilinmektedir (müzik gamında 8 ton aralık). Bir tonun frekansı diğerinin hızının iki katı olduğunda, ilk tonun ikinci tondan bir oktav daha yüksek olduğu söylenir, ancak ilginç bir şekilde tonlar genellikle hemen hemen aynı olarak algılanır.  Örneğin, bir kadının sesi 220 Hertz civarında dalgalanabilirken, bir erkeğin sesi 110 Hertz civarında, yani kadın sesinin yaklaşık yarısı kadar dalgalanabilir.  Ancak, birlikte şarkı söylüyorlarsa, bir oktav ayrı olsalar bile, aynı melodiyi birlikte söylüyorlarmış gibi gelebilir. Bu olağanüstü fiziksel olay öyle esas ki, maymunlar ve kediler dahi duyabiliyorlar (Levitin, 2008). 

Müteakiben, bu buluşlar ve teorilerle bir düşünür olarak ün kazanır, doğup büyüdüğü Samos adasından ayrılır ve dünyayı gezdiği söylenmektedir. Ne yazık ki, “çok gezdiği” söylense de, tam olarak nereleri gezdiği bilinmemektedir, çünkü Pisagor hayatıyla ve buluşlarıyla ilgili hiç bir kitap yazmamıştır, edinebileceğimiz bilgiler, öğrencilerinin aktarımıyla bugüne kadar yaşayan bilgilerdir. En son, Güney İtalya’da bulunan Kroton şehrine yerleştikten sonra, felsefeye bağlı matematik eğitimi vermeye başlamıştır ve öğrencileri olmuştur. Bu oluşumun ardından, öğrencileri “müritleri” olur ve, tüm evrenin “uyumlu sayılara” bağlı olduğu sonucuna varan çalışmalar yaparlar; sayıları incelemenin yanı sıra, onlara tapmışlardır. İlaveten, Pisagor, müziğin ilahi gizemleri somutlaştırdığını söyleyen, Orpheus’un adını taşıyan kültün de baş figürüydü. (Blumenau, 2015).

Pisagorcular, belirli sayıların özel bir önemi olduğuna inanıyorlardı. Bir numara, tüm varoluşun biçimini aldığı saf, bölünmemiş birliği temsil ediyordu. İki numara (dyad), zıt çiftleri ve ayrım fikrini temsil ediyordu. Var olan her şeyi kategorize eden bu türden 10 karşıtlık kümesini de tanıttılar:

sonlu / sonsuz

hareketsiz / hareketli

tek / çift

düz / eğri

bir / çok

aydınlık / karanlık

sağ / sol

iyi / kötü

erkek / kadın

kare/ paralelkenar

(Lewis, 1997).

Devam edelim… üç sayısı (“ilahi üçlü”) maddeyi kategoriler halinde organize eden ikili ile yaratıcı birliği birleştirerek tamamlamış varoluşu temsil ediyordu. Üçlü aynı zamanda başlangıcı, ortayı ve sonu da kapsıyor.

Pisagor, yukarıda da belirttiğim gibi, dik açılı üçgenler hakkında bir kural keşfetti, her ne kadar öğretisi

 dinsel bir öğreti olsa da, modern bilimin kurucularından biri oldu; sayılar ve uyum hakkındaki fikirleri, gelecek nesillerin hayal gücünü körükledi. Aynı zamanda, o bir mistikti, reenkarnasyona inanıyordu ve üyeleri, matematiğe tapan bir tarikat kurdu. Adının tarikat olduğuna bakmayın, yüzlerce yıl evvel kurulan bir tarikatın bu denli var oluştan yana olduğunu algılamak, şimdiki zamanda kurulan ve yok etmekten başka bir şey bilmeyen onlarca tarikatı anlamamaya büyük ölçüde yol açmaktadır. Bu bağlamda, Pisagor’u anlamaya çalışırken, onun yaşadığı zamanları da iyi anlamak gerekiyor. Nitekim, o zamandan bu zamana çok şeyin değiştiği aşikar.

Pisagor, tarihin en eski sularında yerini alır. “O kadar eskidir ki herhangi bir matematik, felsefe ya da bilim tarihi kitabının Miletos okulundan sonra söz ettiği ilk kişi Pisagor’dur” (S. İpek, 2017). Bu dönemde, Yunan kozmolojisinde (evren bilimi), evrenin, merkezinde dünya olan bir dizi küreden oluştuğuna inanılıyordu; Ay, Güneş, bütün gezegenler ve sabit yıldızların her biri için bir küre. Bu bağlamda da sayısal küreler arasında sayısal ilişkiler olduğuna ve bu ilişkilerin müzikal armoniye karşılık geldiğine inanılıyordu. Pisagor, gezegenlerin dünya etrafındaki hareketiyle yapılan biçim için, işitilmeyen göksel “kürelerin müziği” fikrini de yaratmıştır. Her ne kadar insan kulağının bu müziği algılayamayacağını düşünse de, evrenin bütünlük armonisine işaret ettiğine inanıyordu. “Evrenin bütünlüğü”nün ehemmiyetini, yaşadığımız bu çağda görmeyip, sade tüketmekten yana yaşayanlara bu teorileri zorunlu ders olarak vermeli, ki dünyanın bir kez daha yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olmasını ortadan kaldırmak için.

Konumuza dönelim… Antik Yunan zamanına dönersek, Yunan müzisyenler icra ettikleri müziğin yaratıcısıydılar. “Şarkı yapımcıları” (makers of song) veya “melopoioi” yani, kompozisyon olarak söz, melodi ve ritimden oluşan “melo”ları üretmişlerdir. Şüphesiz, müzik, antik Yunan’da önemliydi. Öyle ki, Plato, ilk müzik eğitimine adanmış okulların Giritliler tarafından kurulduğunu bildirmiştir. Mamafih, müziğin sınıflarda parladığı dönem M. Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda, Atina’da müzik okullarının kurulduğu ve 13-16 yaş arasındaki öğrencilere lir ve kithara çalmayı ve şarkı söylemeyi öğrettikleri zamandı (Cartwright, 2013).

Fizik ve matematiğin müzikte çok uzun zaman önce algıladığı, doğasında var olan özellikler, birçok fizikçi ve matematikçinin neden aynı zamanda müzisyen olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir.  Bu nokta, Einstein’dan bir alıntıyla açıklanmaktadır: “Görelilik teorisi aklıma sezgiyle geldi ve müzik bu sezginin arkasındaki itici güçtü… Yeni keşfim müzikal algının sonucuydu” (Suzuki, 1969, 90).

Müzikle birlikte -muhtemelen- felsefeyi anlatamayabiliriz. Felsefenin yarattığı tartışmadan ziyade sanatsal fikirleri ancak yaratabiliriz. Dijital bir çağda, felsefe ve sanat (müzik) kendini yaşatmaya devam edebilir mi bilinmiyor. Binlerce kitap içinde duran bilgilere, ömür ayırsa bile kişiler, hepsini okumakta kuşkusuz başarılı olamaz. Böyle bir matematik ve zaman yok. Yine de, yüzyıllar boyu yaşamış, yokluktan ucu bucağı belli olmayan bilgi yaratmış bu dalları yaşatmaya hepinizi davet ediyorum. Müziği yasaklayanlara, müzik aletlerini parçalayanlara inat! Üstelik, bu alanları halka indirgediğimizde, belki Pisagor’un da dediği gibi “evrenin bütünlüğünü” yakalayacağız. Belli mi olur?

Şunları da Beğenebilirsiniz

Yorum Bırak