İnsan, neden şarkı söyler? Şarkı söylerken ne hisseder? Şarkı sözlerinin bu hissiyatla ilgisi nedir?
Hiç şüphesiz şarkı söylediğimiz zaman, başkaları üzerinde etki bırakıyoruz, duyarlı ilişkiler kuruyoruz ve sosyalleşerek güçlü bir eylemde bulunuyoruz. Şarkı söylemek, performans sanatları içinde yerini alır. Şarkı söyleme eyleminin bir performans olarak seyirci üzerindeki etkisi nedir? Belki de, hayat bir performanstır. Günümüz dünyasında -sosyal medyanın da etkisiyle- her gün kendimizi ‘sunmak’ için yaşar olduk; giyindiğimiz kıyafetten yaptığımız eylemlere varana dek. Peki, sunarken, bireysel mi yoksa sosyal ilişkiler mi kuruyoruz? Hangi açıdan bakarsak bakalım, performans sanatları insanı hem etkiliyor, hem de ilişki kurduruyor, yani ikisi de. Bu noktada, şarkı söylemek en büyük performans eylemlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.
İnsan sosyal bir varlık olarak, günlük hayat içerisindeki eylemlerinde sosyal etkileşim halinde yaşar, ilişkiler kurar. Şarkı söylemek yaşamın en güçlü ilişki kurma biçimlerinden biridir. Şarkı söylerken kişilik ve kimliğimizi ortaya koyarız, karakterimizi gösterir ve bir duruş sergileriz. Üstelik ses rengimizin de bir karakteri var ki (soprano, alto, tenor, vs…) her biri ayrı ahenk. Ve, şüphesiz müzikle sohbet halindeyiz, tiz seslerden pes seslere, hangisi hangimize hitap ederse.
Performans denilince neden aklımıza sadece konser salonları gelir? Oysa performans hayatın bütün alanlarında sürmektedir. Yani, “Gösteri” devam ediyor. Kanadalı antropolog Erving Goofman, toplum içinde hareket ederken, nasıl ki bir aktör bir karakteri canlandırıyorsa, bizlerin de en az bir hareketimizin başkalarını etkilemek için olduğunu söylüyor (Goofman 1969).
Şarkıların kendisi de söylemek gibi bir eylem yaratır. Örneğin, Pete Seeger ile popüler olan “We Shall Overcome” şarkısı… bu şarkı ilk kez yirminci yüzyılın başlarında ilahi olarak ‘I’ll Overcome’, ya da ‘I’ll be Alright’ olarak çıkmıştı. Bu haliyle, birçok Birleşik Milletler Afrika kökenli Amerikalı Dini ayinlerinde söylendi. Daha sonra, 1945’te, çoğu kadın ve siyah tütün işçileri Charleston South Carolina’da greve gitti. Morallerini yükseltmek ve coşku yaratmak için bu şarkının yenilenmiş halini söylediler. Çünkü, bu şarkı yıllar içinde yenilendikçe yenilendi, gelişen toplumsal değişimleri de kucakladı.
1950’de, Seeger bu şarkıyı Frank Hamilton ve Guy Carawan’a öğretti. Böylece, şarkı yenilenmiş haliyle siyah topluluklarında ve insan hakları hareketinde yerini aldı. Sonraları, “We Shall Overcome” Afrika kökenli Amerikalı insan hakları ve ‘anti-aparthied’ Güney Afrika ırkçılığa karşı hareketlerinin de şarkısı oldu. Birçok dile çevrildi ve birçok ülke halkları tarafından söylendi. Seeger, bu şarkıyla ilgili “Bir şarkı konuşma değildir. Sanattır. Hayat, üzerine yeni ışıklar saçarken, yeni anlamlar kazanır. Bu şarkının şüphesiz birçok insan için birçok anlamı var” diye yazmıştı (Seeger, 1972, s. 112).
Aynı şekilde, Billie Holiday’in söylediği, sözlerini Yahudi kökenli komünist bir öğretmen olan Alen Meeropol’un yazdığı ‘Strange Fruit’ (Garip Meyve) şarkısı da sosyal protesto anlamında farklı biçimlerde kullanıldı. Bu şarkı da, Afrika kökenli Amerikalıların maruz kaldığı ırkçı ayrımcılığı ve zulmü anlatıyordu. İç Savaştan sonra kölelik kaldırılacak olsa da, Afrikalı-Amerikalılara karşı şiddet, yaygın olarak devam etti. Meerepol, linç edildikten sonra asılı bedenleri rüzgarda sallanırken, “ağaçlarda kanla kaplanmış yaprak ve meyvelere benzeyen”, iki siyah adamın fotoğrafını görünce bu sözleri yazdı. Lynskey’in de dediği gibi; “Protest şarkılar propaganda olarak işlev görüyordu, ‘Strange Fruit’ bu tür şarkıların sanat da olabileceğini kanıtladı.
Gerçek şu ki, Blues, kök olarak insanların zincirli ayaklarından kopan çığlıklarla doğdu. İnsan, en çok acısını anlattı bu şarkılarda. Zaman zaman dans etti, zaman zaman gözyaşlarına boğuldu. Her ne kadar günümüzde ‘acı’ hissetmekten kaçınılsa da, bizi en çok insan yapan şey acı hissetmemiz, hatta bir başkasının acısını daha çok hissetmemiz değil miydi? Bilinçli acı çekmenin sesini duyuran bu şarkılar, tam da bu noktada, acı çeken halkların şahidiydi.
Bu bağlamda, ilk olarak İtalya’da yazılan ‘Bella Ciao’ şarkısı da çeltik tarlalarında kötü şartlarda çalışan işçiler tarafından söylenmişti. Bu ezgi de (marş da diyebiliriz) birçok dile çevrildi ve sosyal protestolarda halkların dilinde yerini aldı. Bu şarkıların, hepsinin vardığı yer aynı; eşitsizlik ve adaletsizliği anlatmak ve aynı zamanda insanları daha iyi ve yaşanılası bir dünya için bir araya getirmek.
Müzikte, ‘protesto’ biçimi, tüm türlere yayılan zengin bir tarihe sahip. Geçen yüzyılın en büyük şarkılarından çoğu -yukarıda da örneklerini verdiğim- sözleriyle; adaletsizliğe, baskıya, sömürüye, ırkçılığa, eşitsizliğe ve savaşa karşıydılar. Şarkılar, insanlara, zorluklarla tek başlarına yüzleşmek zorunda olmadıklarını hatırlatmak için vardı, var olacak. Bu şarkıların evrensel gücü insanları söz ile etkileyip eyleme geçirecek.