Ana Sayfa Güncel/Daily Büyük Mavi

Büyük Mavi

tarafından admin
0 yorumlar 1,6K Görünümler

Hasan Polat’a…

“Ben
Böyle
Taşların
Çukurların
İçinde 
Kalmışsam
Yalnızsam 
Hor 
Görülmüşsem
Arkasızsam
Ve
Böyleyse
Bahtı
Siyahım
Yemin
Kasem
Olsun
Ve 
And 
Olsun
Şart 
Olsun
Yerde 
Kalmaz
Ahım”

Enver Gökçe

Yıllar önceydi. Yılbaşı zamanı yaklaşmıştı. Sokaklar, caddeler, pazar yerleri cıvıl cıvıl insan kaynıyor; hediyeler, paketler, noel ağaçları ışıl ışıl ışıldıyordu. Aralık ayı ve yılbaşı zamanı olunca insanlar haliyle kar yağacak mı diye de meraklanıyordu, büyük şehirlerdeki çocuklar için kar keyifli bir şeydi, yeni yıl kutlamaları için sıcak evinde oturup karı izlemek de, bana ise fikri bile hep soğuk gelirdi, karı sevebilirdim ama önce dünyadaki bütün eşitsizliklerin kaldırılması gerekiyordu. O yıl hayatımın en kıymetli hediyelerinden birini alacağımdan bihaberdim. Postada kocaman bir zarf almıştım. Büyük bir heyecan içinde acep ne olaki diye düşünürken paketi açtım. Tekirdağ f-tipi cevaevinde, yıllardır “Büyük Mavi”ye hasret, yüzünü bir kere bile görmediğim dostlar üç şiir kitabı ve mektupla yılbaşımı kutluyordu. Aslında bu arkadaşların içlerinden biriyle son yıllarda mektuplaşıyorduk, bizi tanıştıran şimdilerde geçmişin bulanık sularında yüzen bir başkası olmuştu ama bizim aramızda bir bağ oluşmuştu. Hayat böyle garip ve güzeldi. Gelen kitaplar arasında Enver Gökçe’yi biliyordum fakat Cemile Çakır ve Süreyya Berfe ile o zaman tanışmıştım.

“Bir gün her şey sona erse
İhtiyarlasa kafam, kalbim ve şiirim
Hiçbirini hatırlamasam yaşadıklarımın
Etimdeki ateş, derimdeki alev beni terk etse
Nerede olduğunu bilmesem senin
Hiç kimse de bilmese
Mutlaka uyanacağım sabahların en sessizinde 
Kim bilir neler geçecek aklımdan
Dar mı gelecek odalar, evler, şehirler
Dar mı gelecek geçmiş günler, kağıtlar, kitaplar
Dar mı gelecek zaman bilmiyorum 
Kalkıp uzanacağım bir kanepeye 
Uyandığımda “Dünya” diyeceğim
“İnsanlar ve hayat” 
Bakıp pencereden bir ağaca
Bir börekçiye, bir manava, bir sabahçı kahvesine
Şımardıkça yorganı başına çeken bir çocuğa
Babasına masal anlattıran bir genç kıza
Yaşarken hiç bir şeyini esirgemeyen bir kadına
Bakıp bütün bunlara
“Dünya, insanlar ve hayat” diyeceğim
“Sizi sevdiğim için oluyor, ne oluyorsa”

Süreyya Berfe

Ancak “dünyayı, insanları ve hayatı” sevenler dayanabilir, direnebilirdi onlarca yıl mapusa diye geçirirdim aklımdan. Hücrelerin, o buz gibi duvarların soğukluğunu kuşkusuz kış mevsiminde hissederlerdi en çok, muhtemel o ki en zor mevsim de kıştı. Üstelik bir mektupta yazmışlardı, burası çok soğuk demişlerdi… ben de üşümüştüm, “ışığın da bize küstüğünü” ta o zamanlar anlamıştım. Her gün güneş doğsa da karanlık bir yerdi burası, insanların içine girince anlıyordu insan zorbalıkları, zalimlikleri, kötülükleri ve bunun için içeri düşmek gerekmiyordu, bakınca görmek yetiyordu. 

İçeriden (hapishaneden) her mektup aldığımda, yazdıkları sayfa sayfa kağıtları okudukça sanki onlar beni hayata karşı umutlandırıyor, yaşamaya cesaretlendiriyordu gibi duygular kaplardı kalbimi. Tuhaftı. Mektupları bir değil, üç değil defalarca okurdum çünkü sade “nasılsın, iyi misin” yazmazdı, içinde; şiir, edebiyat, doğa, sanat ve biraz da siyaset olurdu, insanın okudukça okuyası gelirdi. Üstelik bilgilenirdim, daha ne isteyebilirdim. Ben çok uzun zamandır hasrettim bu sohbetlere, sessiz de olsa konuşmaya.

Hasan, Haydar ve Hikmet. Anlaşmışlar gibi ‘H’ harflerinden oluşuyordu hepsinin ismi. Bir gün fotoğraf çektirmişler, mapusluk anısı kalsın diye, beni düşünüp bana da bir tane göndermişlerdi, sevincim yine hüzünle karışık başımda esmişt. Bir yanda tarifsiz güzellikler yaşıyordum, bir yanda haksızlıklar gözümün içine değiyor, kalbime saplanıyordu. Bir memleket bu kadar düşman olabilir miydi aydınlığa ve o ışığın peşinde koşanlara? Çünkü özgür tutsak hep onlar değil miydi? 

Bir gün, gönderdiğim mektup ve kitaplar geri döndü. Anlam veremedim, mutlaka bir aksilik olmuştur diye düşündüm. Tekrar mektubu gönderdim. Fakat, mektup da tekrar geri dönünce ne yapacağımı bilemedim. Nitekim, bir tek ismini biliyordum ve hücredeki arkadaşların isimlerini, sorabileceğim başka hiç kimse yoktu. Çaresiz kalmıştım. Üstelemek olmuyordu çünkü cezası çok ağırdı, dayanması gerekiyordu, belki kendine çekilmişti, belki başka terslikler olmuştu. Sorular, sorular… Belki asla cevaplanmayacak soruları yıllarca kendi kendime kimseye ses etmeden sordum, hayatımın en güzel hikayelerinden biri olarak kalacak olan mektup arkadaşımı belki dünya gözüyle hiç görmeyeceğimi de düşündüm durdum.

En son mektubum da geri döndükten sonra vazgeçtim ve bir daha posta göndermedim. Çok istedim, çok merak ettim ama öyle bir karmaşa ve karışıklık içinde kaldım ki ne yapacağımı hiç mi hiç bilemedim. Beklemenin zorluğunu biliyordum ve bekle dedim, kendimi böyle telkin ettim, bunca paylaşım boşuna olamazdı, bilmesem de seziyordum. 

En son haberleşmemiz üzerinden yıllar geçmişti. Geçenlerde bir gün telefonuma bir mesaj geldi; “Ben artık Büyük Mavideyim” diye. Mektup arkadaşım bana özgürlüğünün haberini veriyordu. Otuz sene hücrede kaldıktan sonra, orada da hiç durmayıp üretmeye devam ettikten sonra tahliye olmuştu. Kendi deyimiyle “özgür tutsaklığım bitti” diyordu. İnsanın o an havalara zıplayıp sonra da boynuna sarılası geliyor ama yine yollar, mesafeler engel oluyor sevincimizi böyle yaşamaya. O da beni bulmak için biraz uğraşmış; müzisyen demiş, etkinliklerde sahne alıyor demiş, ismimi söylemiş ve sonunda bana ulaşabilecek  bir dostundan telefon numaramı bulmuş. 

“Düşen bir yıldızın acısını
nasıl bilebilir
penceresini gökyüzüne kapatan biri”

Cemile Çakır 

Şimdi Doğu Karadeniz’in yemyeşil dağları, ovalarıyla kaplı bir köyde annesi ve babasının yanında. Büyük mavide sevdikleriyle buluşmanın ve büyük hasretleri yenmenin haklı sevincini yaşıyor. En çok hakedenlerle özlem gideriyor. Büyük maviye kanatlarını alıştırıyor. Usulca hayatın yeni akışına ve ritmine katıyor kendini. Kuşlar, sincaplar, kediler, köpekler hepsiyle iç içe, huzurun tam göbeğinde. Üstelik su sesi çekip göndermiş bana, oysa ona su sesini çok sevdiğimi söylememiştim diye biliyorum, su sesi duyunca nasıl bahtiyar olduğumu. 

İşte dostluk böyle bir şey. Görmek, dokunmak, yan yana bile gelmek gerekmiyor bazen, uzaktan öyle büyük bir güç sizi bir araya getiriyor ki geçmişin bulanık sularında kalanların neden kaldığını anlamaya başlıyorsunuz. Çünkü, herkes kendi sularında yüzüyor, kimi “Büyük Mavide” kimi bulanık ve sığ sularda.

Şunları da Beğenebilirsiniz

Yorum Bırak