Bir süredir sosyal medya sayfalarında yapılan bir çok paylaşımın altına sadece emojilerle duygularını gösteren insanlar dikkatimi çekiyor, emojiler adeta kelimeler ve cümleler ile yarışıyor, hatta baş harflerinden oluşan kısaltılmış “cümleler” çocukların ve gençlerin dünyasını sarmış durumda. Aslında bu yıllardır varmış ama benim dikkatimi yeni çekti, bunun sebebi açık ve net; iletişimde olduğum insanların hala yazı dili ile iletişim kurması ve cümlelere özen göstermesi. Teknoloji çağında yaşıyoruz. Kabul! Emojiler de duygularımızı karşı tarafa direkt yansıtabiliyor. Mutlu muyuz? Üzgün müyüz? Bir tek emoji ile duygularımızı ifade edip edemeyeceğimizi tartışabiliriz, lakin emojilerin günlük hayatımızın parçası olduğu artık kesin, cümlelerin emojilerin karşısında gün be gün kısalmaya devam edeceği de.
Çağ teknoloji çağı ve çağ ile uyum içinde yaşamaktan -ki sayısı az da olsa bunu red ederek yaşayanlar da var- başka çaresi yok insanın, lakin hiçbir söz sarf etmeden sürekli emoji kullanmak sosyal varlık olan insan türü için ne kadar doğru? Kısa, hızlı ve çabuk yaşanan her şey makbul oldu; özen, kıymet ve zaman ayırmak değersizleşti. Oysa eskiden bir mektup yazarken dahi kelimelerimizi özenle seçer, cümlelerimizi öyle kurardık, hatta yazımızın güzel olmasına da ciddi derecede önem verirdik. Sanırım o günler çok eskide kaldı; mektupların yerini e-postalar, yazının yerini de emojiler aldı.
Mektuplar demişken… eskiden mektuplar yazılırdı, özenle seçilirdi cümleler, bir ömür saklanırdı bembeyaz zarfların içinde, yıllar geçince anıları yad etmek için açıp bakılırdı; duygular şaha kalkardı o vakit, ölümsüz olurdu yaşanmışlıklar. Sevgililer, fotoğrafların arkalarına duygularını yazarlardı, “canım sevgilim” ile başlar, “seni seviyorum” diye biterdi cümleler. Şimdi bir kalp yetiyor “seni seviyorum” demek yerine, oysa dünyada söylenmiş en güzel sözlerden biri ve bu söz de emojilerin arasında yok olup gidiyor; sevgililer konuşmadan aşk yaşıyor, aşk da emojilerin arasında can çekişiyor.
Hepimiz sosyal medya kullanıcısıyız, günümüzün büyük bir bölümünü paylaşım yaparak ya da ne olmuş ne bitmiş ona bakarak geçiriyoruz; izliyoruz, izleniyoruz ve neredeyse sürekli beğenilmek için yaşıyoruz. İnsan doğum ve ölüm arasındaki yolculuğunda -çoğu zaman fark etmese de- sürekli tamamlanma ihtiyacı ile arayışlar içinde oluyor, bu boşlukları doldurabilmenin en önemli yanları eğitim, sanat ve üretmekten geçiyor. Yani, bütün gününü sürekli başkalarının yaptıklarını takip eden, kendinden ve hayattan gitgide uzaklaşan insanların zamanla akıl ve ruh sağlığının ne kadar “iyi” kalacağı da şimdilerde bilinmiyor. Bununla birlikte gün be gün çeşit çeşit psikolojik hastalıkların arttığı söyleniyor. Öyle ki, son yıllarda çekilen çoğu film ve dizinin konusu bile psikolojik rahatsızlığı olan insanlara değiniyor. Mutluluk formülleri, sağlıklı yaşam koçları, iyi hissetme kitaplarından hiç bahsetmeyeceğim. Ayrıca, sosyal medyada bir de “hikaye” bölümü çıktı ki artık herkes iyice “biri bizi gözetliyor” durumunu yaşamakta ve ne bir kelam, ne bir özenli cümle kurmadan bakıp geçiyorlar her şeye. Ne yazık ki kendimizden ve sosyalleşmekten gitgide uzaklaşıyoruz; yozlaşmanın en berbat hallerini yaşıyoruz ve farkında bile değiliz.
Gelelim emojilerin tarihine. O belli. İlk olarak 1999 yılında Japonya’da DOCOMO şirketinde çalışan Kurita adında biri buluyor. Altı renkten oluşan tam 176 karakter yaratıyor. Bir gün bilmediğimiz dilleri konuşan insanlarla emojiler aracılığıyla anlaşabileceğimizi düşünenler var. Bunun şahane bir şey olduğunu da! Peki, ya dillerin ve yazının güzelliği ne olacak? Bir dili öğrenebilmek için verilen emek? Bunlar da tek tek yok olup gider mi dersiniz? Tıpkı evlerimize doldurdukları televizyon, bilgisayar, tablet ve her şeyi yapabilen “akıllı” cep telefonlarımızın hayatlarımızı tamamen izlemeye çevirdiği; insana, doğaya, hayata dair bütün güzellikleri ve de incelikleri neredeyse yok ettikleri gibi. İşte her şey o zaman başlamıştı ve biz yine koca akımın peşinden bilinçli veya bilinçsiz gitmiştik. Mamafih her şeyin dozunu aştığı bir zamanda yaşıyoruz, kapitalizm çıkarları doğrultusunda yok edilecek ne varsa onun yanında hemen yerini alıyor, tıpkı google ve apple şirketlerinin emojileri hemen fark etmesi ve desteklemesi gibi, elbetteki bu işin altından onların çıkmasına şaşırmıyorum.
Gelelim yazının tarihine… Yazı ne zamandan beri var? İnsanlar yazıyı ne zaman keşfetmiş, diller nasıl oluşmuş? İnsan dilini işaretlerle anlatan ve bugün yazı olarak hayatımızda büyük önem taşıyan dil bilimi dünyanın farklı bölgelerinde farklı süreçlerden geçerek günümüzde akademik bir alan olarak yerini almıştır. Yazının tarihi MÖ binlerce seneye dayanıyor, mağara duvarlarına yapılan resim ve piktogramlar ile başlayan bu serüven, çivi yazısı, Mısır hiyeroglifleri, Çin yazısı, Yunan alfabesi, Roma alfabesi, Arap alfabesi, resimli el yazmaları ve daha sonrasında da belirli aşamalardan geçerek bu güne geliyor. Eski Mısırlılar hiyerogliflerle kendilerine özgü resimli yazı dili oluşturmuşlardı, emojilerin bu denli hayatlarımızda yer edinmesi acaba bir başka biçimde eskiye mi dönüyoruz sorusunu akıllara getiriyor…
Yazının başlarında da bahsettiğim gibi çocuklar ve gençler artık cümlelerin baş harflerini kullanarak iletişim kuruyorlar, o “dili” bilmiyorsan anlamak ve anlaşabilmek pek güç! Yani, eski tarihlerdeki resim ve resimle birlikte anlatımla kıyaslanamayacak kadar kolay bir iletişim biçimi. Öyle tuhaf bir biçim ki kurdukları birkaç kelimelik cümleleri yazmaya dahi mecalleri kalmamış. Kim resimle uğraşsın! Gerçek şu ki, tembellik çağımızın en büyük hastalıklarından biri oldu ve kapitalizmin başını çeken şirketler bu tür insanların çoğalmasını ciddi derecede ürettikleri ürünlerle destekliyor.
Tembellik demişken… Geçenlerde “online” bir yarışma için yirmi saat ekran başından kalkmadığını söyleyen bir “gamer”ın konuşmasına denk geldim, depresyonla mücadele ediyormuş, bu tür yaşamanın da zorlukları varmış. Olmaz mı! Ama, sen bir de halkın sorunlarına in de gör neler var neler; işsizlik, açlık, evsizlik, adaletsizlik… saymakla bitmez dünyanın dertleri, oyunun başından kalkıp görebilirsen anlarsın aradaki farkı.
Velhasıl kelam, yazı yazarken, cümle kurarken; de, da, ki eklerini ayırmak, vurguların nerede yapılacağını bilmek; özne-yüklem uyumunu ve noktalama işaretlerini doğru kullanmak büyük bir emek ve eğitim gerektiriyor ve bazı insanlar için bunları kavramak daha da zor olabiliyor ama, güzel olan her şey emek gerektirmiyor mu? Kolay kurulan her şey bir anda yıkılabiliyor, emek verilen ne varsa insana baki kalmıyor mu? Öyleyse bundan sonra kalp göndererek ilişki başlatıp, kırık kalp göndererek de bitiririz, konuşmaya anlaşmaya ne hacet!
Emojilerin renkli dünyasının insanı cezbettiğinin farkındayım, ben de onları seviyor ve kullanıyorum ama kelimeler ve cümlelerin yarattığı güzelliğin yanına yaklaşamayacaklarının da bilincindeyim. Bu yüzden, bir çiçek bir kalp bırakırken bile söyleyecek sözlerimiz kuracak cümlelerimizin olmasını önemsiyorum, unutmayın, insan yüz yüze geldiğinde emoji kullanmaz konuşur, ki artık emojilerle “sohbet” etmeye başlayanlar varmış, öyle bile olsa o sohbetlerin ne kadar uzun olacağı belli, sonra yine kafalar telefonlara gömülür ve konuşmaktan paylaşmaktan uzaklaşılır. Sözün özü konuşmak anlaşabilmenin en güçlü yanı; dostun kahkahasının güzelliği hiçbir emojinin yaratamayacağı kadar etkili, içimiz sıkılınca bir insanla konuşmak hatta duygularımızı kağıda kaleme dökmek bütün derdi kederi alır götürür… eğer bir süredir bunlardan uzak ve bu yazıyı okuyorsanız yeniden deneyin derim, inanın sosyal medya paylaşımlarınızın altına yapılan onlarca yüzlerce yorumdan çok daha iyi gelecektir.