Adaletsizlik domino taşı gibidir; zincir bir yerde bozulursa bu dalga dalga hepimizi vurur. Bunca kötülük, her şey bir virüsle başlamış gibi aylardır dünya çalkalanıyor, birçok ülke peş peşe virüsle savruluyor, ölü sayısı yüzbinlerce. Aslında yapılması gereken ilk günlerden belliydi: evde kalmak. Nitekim, biz bunu ne kendimiz, ne sevdiklerimiz, ne de başkaları için de olsa yapmadık.
Hatırlayanlar olacaktır, 2008’de bütün dünyaya yayılan kemer sıkma politikaları büyük eylemlere yol açmıştı; insanlar bankaların borçlarını ödememek, sosyal hakların kesilmemesi ve daha iyi koşullarda yaşamak için sokağa çıkmıştı, sayıları az da değildi. Birkaç gün iş ve hayatı durdurma çağrısı yapıldığında yine büyük çoğunluk duymamıştı, oysa o günler bu günlerin habercisiydi ve biz yine bir şey yapmamıştık.
Gerçek şu ki, sadece bir günlük iş hayatımızı durdurabilseydik büyük sermayenin canına okurduk, ısınan dünyamız için harekete geçseydik birçok canlı türünün yok olmasını engelleyebilirdik, sade kendimiz değil başkaları için de adalet, eşitlik, hak hukuk talep etseydik dünya daha yaşanılır bir yer olabilirdi. Yapmadık. Unuttuk.
Dünya dönmeye bizimle başlamadı, bizden sonra da dönmeye devam edecek, ölümlü olduğumuzu unutmasaydık, varlığımız sonsuzmuş gibi hunharca tüketmeye devam etmezdik. Bencil olmasaydık, gerektiği kadarıyla yetinseydik, bölüşseydik fazla olanı başkalarıyla, bugün her şey bambaşka olabilirdi. Yapmadık. Bir virüsle bir çoğumuzun hayatı durdu, oysa uzun zamandır hastalıklı toplumların içinde koştuğumuzu sanarak yaşasak da hayatımız durmuştu.
Gelelim asıl konumuz olan korona virüsüne. Virüsten nasıl kurtulacağız, neler yapmalıyız diye bilgi veren yüzlerce video ve yazılar paylaşıldı. Bir çok insan, yetkililer, uzmanlar halkı her gün bilgilendirdi, kimisi yerinde kimisi ise kafa karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramadı. Akıllı telefonlarla yazmak ve paylaşmak kolay olduğundan bilgi kirliliği içimizi bulandırdı. Herkes başımıza doktor kesildi! Yine, durmadık.
Virüs, Çin’de başladı ve dünyaya yayıldı. Bize aktarılan bilgi böyle, ileride ne kadar doğru olup olmadığını göreceğiz. Avrupa ve Amerika en çok etkilenen bölgelerden. Güçlü emperyalist ülkeler bu virüs karşısında da sınıfta kaldı. Her gün binlerce insan korona virüsünden ölüyorken, sağlıkçılar mecburi hizmete devam etti, canlarını tehlikeye atarak. Devletler, doktorlar ve tüm sağlıkçılar için gerekli önlemi almakta gecikti. Bu, sadece Türkiye’de böyle değil, Avrupa’da da gerekli önlemler alınmadığı için bir çok sağlıkçı hayatını kaybetti. Bu arada bilmeyenler için hatırlamakta fayda var, İngiltere artık Avrupa ülkesi değil, 31 Ocak 2020’de ayrıldı. Bu durum da arada kaynadı.
Bu yazıda asıl değinmek istediğim ise İngiltere’nin bu virüs karşısında halkı düşünmeden; işçileri, doktorları, öğretmenleri ve bir çok en önde çalışması gereken emekçileri tehlikeye atmış olması. 2008 kemer sıkma politikaları başladığından bu yana işçiler yedi gün çalışıyor yine de geçinemiyor. Gün be gün kötü şartlar altında hayatına devam etmek zorunda kalan işçi sınıfı ve yoksul halk bu durumu sorgulamaya ve hatta haklarını aramak için gidip bir sendikaya üye olmaya bile zaman bulamıyor. Aysonu gelmeden cepte metelik kalmıyor.
Ne yazık ki, İngiltere’deki sağlık çalışanları da virüsten payını aldı. Birçok doktor ve hemşire corona virüs sebebiyle yaşamını yitirdi. Bu konuya farklı bir pencereden dikkat çeken gazeteci Sonia Sodha sosyal medya hesaplarında ırkçı saldırılara uğradı. Sodha, ölen doktorların ve sağlık çalışanlarının hepsinin BAME (Siyah ve Etnik Azınlık) grubundan olduğunu vurguladı. Bu konuyu yazmasının ise tek bir sebebi vardı: ırkçılık! Hiç yokmuş gibi davrandığımız oysa gitgide üzerimize bir veba gibi çöken büyük hastalığın adıdır ırkçılık. Gerçek şu ki, canımızı emanet ettiğimiz, en önlerde gece gündüz demeden hayatlarını riske atarak çalışan sağlıkçılar, ciddi derecede ırkçılığa maruz kalıyor. Öyle ki, NHS içerisinde patronları tarafından yaşadıkları ayrımcılığı “ırkçılık” kelimesi ile tarif etmenin hafif kalacağını söylüyorlar. Oysa, NHS sağlık çalışanlarının her 10 kişiden 4’ü BAME ve göçmen doktor ve hemşirelerden oluşuyor. Sodha haberine şöyle devam ediyor; “İkinci dünya savaşından sonra gelen ilk Karayip hemşirelerinden, NHS hem göçmen hem de İngiliz işçilerin sırtında inşa edildi; 1960’ların sonlarında, danışman düzeyinin altındaki tüm doktorların yarısı İngiliz değildi”.
Virüsle birlikte gelen bu zor süreç bütün insanları eşit vurmuş gibi değerlendirilse de en büyük kayıp yine işçilerin oldu. Düşük ücretle çalışan işçilerin maaşının yüzde 80’inini ödeyeceklerini bildirdiler. İşçiler zaten aldıkları maaşla geçinemiyordu %80 ödenek sunmak epey ferahlatacaktır! Tabii, bu sürede işçiler işlerinden çıkarılmamışsa, ödeyecek işçi bulurlarsa. Bununla birlikte, ilk çözüm patronlara ve işyerlerine getirildi. Devlet, zenginden alıp halka bölüştüreceğine ilk fırsatta hangi sınıfın yanında duracağını gösterdi. Şaşırmadık! Patronların bir çoğu direkt çözüm olarak işçilerini işten çıkardı. Hükümet hiçbir önlem almadan devam etmesi gereken işçilerin mutlaka işe gitmelerini söyledi, bu kişilerden bazıları da otobüs şoförüydü. Her ne kadar otobüs şirketleri aşırı derecede temizlik yaparak işçilerin can güvenliği için önlem almaya çalışsa da, gerekli ekipman sağlanmadığı için tehlikenin devam ettiğini vurguladılar. Herkes bu virüse yakalanacak diyorlar, belli ki ölüp ölmemek için hükümetin harekete geçmesini beklemek büyük bir yanılma olacak. Ve zamanla gördük ki herkes bu virüse yakalanmaya başladı, dedikleri doğru çıktı.
Ve kadınlar. Bir araştırmaya göre, sosyal bakım, hemşirelik ve eczane gibi işlerde düşük ücretle çalışan kadınların virüse yakalanma riski daha yüksek. İktisadi bir düşünce kuruluşu Olan Autonomy (Özerkliğe) göre, en yüksek riskli rollerde çalışan 3.2 milyon işçiden yaklaşık 2,5 milyonu kadın. Hükümet, binlerce emekli hemşireyi Covid-19 ile baş etmek için geri işe çağırdı. Ayrıca, hastalığa yakalanıp kişisel inzivaya çekilen bakım evlerinde çalışan işçilerin yerini doldurmak için de sağlıkçıların iş başvurusu yapmaları istendi. Bakım evlerinde ve hasta bakıcılığı gibi işlerde de en çok kadınlar çalışmakta.
Hükümetin virüsle ilgili stratejisi ilk günlerden bugüne net olmadığından birçok uzman doktor ve profesörler tarafından eleştirildi. Bu bağlamda, en önemli öne çıkan iki mevzu var; halkın bağışıklık kazanacağı ve 500.000 ölüm olabileceği. Gerçek şu ki, İngiltere, Japonya’dan 100 kat daha Covid-19 ölüm oranına sahipti, bu da ölümlerin gitgide artacağını gösteriyordu, öyle de oldu, bu denli önlemsizlik karşısında bu acı son kaçınılmazdı.
Bu global salgın bütün dünyayı hazırlıksız yakaladı deniliyor. Oysa dünya 2008’de, bankaların yaşadığı krizden bu yana çalkalanıyor. Bu global salgın azalsa ya da aşı ile çözüm bulunsa bile, ekonomik sıkıntılar düzelmeyecek. Nitekim, sorun çok daha derin, bankaların iflaslarını hükümetler kurtarmaya devam edecek ve bedeli tüm sosyal yardımları kesilen halk ödeyecek. İşsizlik ve güvencesi olmayan işler artacak. Bu sorunlar beraberinde kaos getirecek, ne sokaklar, ne evlerimiz güvenli olmayacak. Yıllardır “birlikte batıyoruz” diye sesleniyoruz, sesimizi kaç kişi duyuyor bunu bilmiyoruz.
Biz uzun zamandır endişeliyiz. Çünkü dünyamız ısınıyor, iklimler değişiyor, gezegenimiz yok olma tehlikesi yaşıyor. Çünkü insan sayısı çok fazla ve ihtiyaçlar eşit bölünmediği için yetmiyor! Çünkü sınıf kavgası her çağda olduğu gibi bu çağda da en büyük dertlerin başında. Her çağ bir çeşit savaşa tanıklık etmiş, kim bilir, belki bizim savaşımız da bu virüsdü, yaşadığımız bu karmakarışık çağda.