2 Temmuz Sivas Katliamı, bir başka yaradır kalbimde. Hiç diner mi acısı?
Türkiye’ye dair belleğimde güzel anılar yer etmiş bir çocuktum. Geçmişim ve köklerim hakkında bildiğim tek şey Sivaslı olmaktı. Yüzyıllar boyu sürgünlerle göçlerle geçmiş hayatlardan, o hayatların parçası olan ailelerimizden köklerimizle ilgili bir şeyler öğrenmek pek mümkün olmuyordu. 13 yaşındaydım. Londra’da büyüyor ve yeni yeni türkülerle tanışıyordum. Pir Sultan filmini izlemiştim. Günlerce ağlar mı bir insan? Ben ağlamıştım. Pir Sultan’a yapılanları, Hızır Paşaları, dostun attığı gülleri o günlerde kalbime kazımıştım. Biz de Aleviydik. Kötü değildik.
Tam aksine ailemdeki insana dair güzellikleri saymakla bitiremezdim… Neden bizi öldürmek istiyorlardı? Anlam verememiştim. Çocuktum. Çok geçmemişti! Sivas’ta diri diri insanları, bizim deyimimizle “canlarımızı” yakıyorlardı. Canlı canlı izliyorduk. Devlet hiçbir şey yapmıyordu!
Çaresizlik ve öfkeden başka hiçbir şey hissedemiyordum. İçim yanıyordu! Acının ne demek olduğunu belki de ilk defa o gün yaşıyordum. Hem de doğduğum topraklardan kilometrelerce uzak bir şehirde.
Olayların ardından Alevi Kültür Merkezi ve duyarlı tüm halkımızla protesto yürüyüşü düzenledik. Pir Sultan’dan bize armağan kalan; haksızlığa, adaletsizliğe boyun eğmeyecek ve karşı duracaktık. Stoke Newington bölgesinde bulunan bir camiinin önünden geçerken sakallı cüppeli bir adam bizimle dalga geçiyordu sırıtarak. Korkusuzdu. İnsan görünümündeydi ama korkunçtu! Çünkü, vicdanını, merhametini, duyarlılığını yitirmişti… Kortejden çıkıp adamın üstüne yürüdüm.
O an hissettiğim öfkeyi hiçbir kelime tarif edemez. O gün başımda kızıl bandım, kalbimde kızıl bayrağımla bu hayatın içinden yürüyeceğimi görmüş öğrenmiştim. Tarafım belliydi.
“YA İSLAM, YA ÖLÜM!”
2 Temmuz 1993’te bu sloganla bağırarak ayaklanmıştı yobazlar; yapanlar belliydi, “faili belli” cinayetler arasına giriyordu ama yıllar geçecek ve tutuklananların bir çoğu serbest bırakılacaktı, dava zaman aşımına uğrayacak, piyonlar ceza alacak asıl suçlular ise meydanlarda gezecekti.
Nitekim, öldüren ve öldürten devletin ta kendisiydi. O gün Sivas’ta yakılanlar, onların ardından direnen insanlar da aynı zihniyetin yarattığı vahşet çemberinin içinde kalmıştı. İnsanlarımız yanarken hiçbir şey yapmayan devlet, mahkemelerde de gözümüzün içine bakarak aynı tavrı
sergiliyordu. Onların da tarafı belliydi,
“EVET YAKTIK! YİNE OLSA YİNE YAKARIZ”
Bu cümleler mahkeme kayıtlarında yer aldı. Dışarıdaki tekbir sesleri ile Madımak Oteli’nin önünde biriken kalabalığın tehditleri, oteli yakmaları kamera kayıtlarında yer aldı. Başta Türkiye olmak üzere tüm dünya Sivas Katliamı’nı televizyondan canlı canlı izledi. Hiç kimse, hiçbir şey yapmadı.
“ÖNCE SLOGAN ATTILAR, SONRA TAŞ YAĞDIRDILAR”
Halil Yalçıner, Sivas Katliamı tanıklarından. Arif Sağ’a olan sevgisi onu otele değil de kültür merkezine götürüyor. İki arkadaşını da peşinden sürüklüyor. Böylece sağ çıkıyorlar Sivas’tan. “Bu olayı, Aziz Nesin orada olmasaydı bile başka bir bahane ile mutlaka gerçekleştirirlerdi” diye anlatıyor. Nitekim, birden hortlayan bir kalabalık yoktu karşılarında, belli ki bu vahşeti gerçekleştirmek için organize olmuşlardı.
“KARDEŞİNE SAHİP OL, ÖLDÜRECEKLER”
Sivas Katliamı’nda evladı Belkıs Çakır’ı yitiren Kamber Çakır, otelde bayılıyor ve hastaneye kaldırılıyor. Orada görevli bir polis kendisine benzeyen ağabeyine; “kardeşine sahip ol, öldürecekler”diyor. Olaylar yaşandıktan sonra hastanede bile güvende değildik diye anlatıyor
acılı baba. 59 yaşında solunum yetmezliğinden ölüyor. Dostları ve ailesi; “ o aslında Sivas’ta o gün ölmüştü” diyor ardından…
Aziz Nesin tahrik etti dediler. İnsanları diri diri yakmanın nasıl bir tahriki olabilir? Bu bahaneler,mkandırmacalar ancak görmek, duymak, bilmek istemeyen güruhları etkileyebilir. Tarihler boyu Alevilere yapılan zulüm kitaplarda değil, Alevilerin kalbinde yazılıdır. Onlar sadece Alevilere düşman değillerdi; sanata, kültüre, insanlığa da düşmanlardı. Biz, bu katliamların planlı olduğunu Malatya’dan, Çorum’dan, Maraş’tan, asırlar boyu sürüldüğümüz her yerden biliyoruz. “Yarin yanağından gayrı ne varsa bölüşmeye” hazırdık ama ötekileştirildik, katliamlarda yakıldık, yıkıldık, yerimizden yurdumuzdan sürüldük. Oysa ki tek derdimiz, inancımız sevgiydi.
2 Temmuz 93’ten bu yana yüreğimizdeki yangın sönmedi. O gün devletin başında olanlar bugünkü iktidardan farklı değillerdi. Sivas’tan sonra başka olaylarda, farklı biçimlerde gençlerimizi, çocuklarımızı, annelerimizi öldürmeye devam ettiler. Yıllardır, iktidarlar hapishaneleri, din tüccarlarını, siyasal islamı büyütüp beslediler. Öyle ki, kendilerinin de bir gün adalete ihtiyaç duyabileceklerini tamamen unutarak, insan haklarına dair ne varsa çürütüp yok ettiler. Esasen o günden bugüne hiçbir şey değişmedi, çürük bir çarkın içinde kişiler değişti ama sistem aynı kötülüğünü korumaya devam etti.
“DÜNYA BENİM VATANIM, İNSANLARI KARDEŞİM!”
Dünyaya tüm insanları kucaklayan bu sözlerle bakan insanları yaktınız. Semah dönen, türkü söyleyen, aydınlık bir dünyayı kucaklayan insanları yaktınız. Ozanları, okur- yazarları, şairleri yaktınız. Ellerinde hiçbir silah yoktu, niçin bu kadar korktunuz?
Sivas’ı unutmam, unutturmam!
#sivaskatliamı #2Temmuz #unutmadımaklımda