Ülkelerin ekonomisinde ‘tüketim’ merkezi bir önem kazandı ve mevcut ‘küreselleşme’ çağında tüketim merkezli ekonominin etkileri tüm dünyayı belirlemeye başladı. Tamamen tüketimi artırmaya konsantre olan siyasi ve ekonomik sistem, her geçen gün daha fazla yoksulluk ve sömürüye neden oluyor.
‘Tüketim’ deyip geçmemek gerek. Gezegenimizin bu tüketim hızıyla pek de uzun olmayan vadesinde çevre yok oluyor, dünyadaki yoksulluk artıyor; muazzam bir zenginlik küçücük bir azınlığın elinde birikirken açlık yayılıyor, dolaylı olarak bir o kadar da sosyal ve ekolojik sorun da yaratıyor.
Tüketim, toplumsal olduğu kadar bireysel bir mevzu. Sosyal kabul görme açısından tarihin her döneminde insanlar dış görünümlerini elbette önemsemiştir. Her dönemin ‘imaj’, ‘marka’, ‘logo’ ve hatta birbirinden etkilenme kriterleri de değişik olmuştur. Dönemin kültürüyle belirlenen değişik beğeni kriterlerinden söz ediyoruz. Benlik, sahip olduğumuz tek şey. Bunu nasıl algıladığımız ve gösterdiğimiz ise hem kişiden kişiye, hem de hakim kültüre göre değişip durmuştur.
Bugün tüketim dünyasının baştan çıkarmadığı insan yok, tüketimin dayattığı yaşam biçimini tamamen reddedebilmek imkansız. Sosyologlara göre sürekli bir şeyler alma ihtiyacı duyan insan muhtemelen kendinde eksik gördüğü veyahut olmak istediği görünümün eksikliğini örtmek için (yani tamamlanmış hissetmek için) tüketimin arkasına saklanıyor. Bu durum erkeklerde daha çok elektronik eşyalar almakla kendini gösteriyor, kadınlar da ise bakım, kıyafet ve takı ürünlerine yükleniyor
YARATIKLAŞMAK!
Tüketici her gün yeni icatlarla muhatap oluyor. Artık dış görünüm öyle bir hal aldı ki neredeyse ‘doğal’ insan kalmadı. Doğal olmamaktan kastım sadece makyajlı olmak değil, ona razıyız ama burun, vücut estetiğinden yapay kaş kipriğe varana kadar her tarafını değiştiren kitle her geçen gün daha da kalabalıklaşıyor. Elbette sağlık sorunları ya da kaza, yaralanma nedenleriyle yapılan estetik ameliyatlara bir sözüm yok, olamaz da; fakat, dünya halleri gitgide kötüye sürüklenirken bizleri nelerle kandırdıklarını anlamakta fayda olduğunu düşünüyorum. ‘Estetik’ diye diye ‘yaratık’ haline gelen örnekleri hatırlayalım, yeterli…
Tüketimin bir de vicdani rahatlama yanını icat ettiler. ‘Online’ alışveriş sitelerindeki ürünler gülümseyen kadın ve erkek figürler kullanılarak sunuluyor. Hayat herkes için çok güzel ya!.. Olmadı mı? O zaman alışveriş yapanlar kendilerini vicdanen daha rahat hissedebilsin diye yoksul siyahların fotoğrafları eşliğinde, ödedikleri paranın bir kısmının bağış diye dağıtılacağı ilan ediliyor. Sosyal sorumluluk!.. O bağışların nereye gittiği ise muallak! Şüpheci tüketici bağış psikolojisi ile kandırılamazsa, hediye paketi alternatifine yönlendiriliyor ve kendisini iyi hissetmesi bir biçimde sağlanmış oluyor. Bu ruh hali ne kadar sürer, işte orası belli değil.
YE KÜRKÜM YE!
Tarihsel açıdan bakınca, hali vakti yerinde olanların kılık kıyafetleri de her dönemde ‘düzgün’ ve gösterişli olmuş. Giyim tarzı insanların sınıfsal aidiyetlerini yansıtmış. Ye kürküm ye hikayesi… Bugün bir insan takım elbise giyiyorsa o ‘saygıdeğer’dir mesela! Oysa nice takım elbiselinin ne tür alçaklıklar yaparak o kılık kıyafete büründüğünü hepimiz biliyoruz, lakin pek azımız bunu söyleyebiliyoruz. Pek çoğumuz karşımızdaki ‘saygıdeğer’miş gibi yapmaya devam ediyoruz.
Tüketim elbette sınıfsal bir nitelik taşıyor. 21. Yüzyıl’ın tüketim çılgınlığı içinde yoksullar, emekçiler bir giydiğini bin kere daha giyiyor, hatta o giysiler küçük kardeşe de kalıyor. Zenginler için bu durum tam tersidir, her mevsim dolabını yeni giysilerle doldururlar, kimileri bir giydiklerini bir daha giymez bile.
Amerikan sosyolog Thorstein Veblen, Aylak Sınıfın Teorisi isimli kitabında zenginlerin alışkanlıklarını inceliyor. Sonuç olarak, iki güdüye varıyor: Olumlu izlenim elde etme ve toplum içinde statünün yükselmesi. Zengin dünyasına girmek için zengin olmak yetmiyor, gösterişli olmak şart. Bu araştırmada Veblen, özellikle yeni zenginlerin zengin çemberine girebilmesi için pahalı eşyalar ve giysilerle bunları belli etmeleri gerektiğini de belirtiyor.
Orta sınıfın halleri de aynı böyle değil mi? Özellikle kapitalizme değirmen suyu işlevini ‘yeni orta sınıf’ en güzel yerine getiriyor. Hem bir beyaz yakalı olarak üreterek sonra o ürettiklerini tekrar satın alarak sermayenin ‘şekilli’ hizmetkarları onlar…
‘Çağdaş tüketici’ kendini ifade edebilmek için içerikten çok biçimle ilgileniyor ve sürekli kendine yeni ürünler alıyor. Moda değişince eskiyenin yerine yeni ürünü koymak gerekiyor. Kredi kartları, onlara olan borçlar, uğrunda yaşanan felaketler çoğunlukla ‘çağdaş tüketicinin konuları. Komşuda var bizde yok!
Mevzu açlık tokluk da değil, giyim kuşam, mobilya, vs…
ALIŞVERİŞ HAPİSHANELERİ
Bildiğiniz üzere büyük şehirlerde yüzlerce Alış Veriş Merkezi (AVM) kuruldu. Kahve içmekten sadece bakınmaya kadar artık büyük çoğunluk oralara gidiyor. Açıkçası ben hiç sevemedim. Mecbur olduğumda gidiyorum, başım dönüyor, fazla dayanamıyorum ve çıkmak zorunda kalıyorum. Işıklarından mı, aşırı insan kalabalığından mı bilmiyorum ama birbirimizi sevmedik! (O yapaylık ve dışarıdaki mevsimi bile hissedememe insanı bir tüketim makinesine dönüştürmüyor mu? Öyle değil midir? AVM’nin içinde yazın kışın bir farkı var mı?)
‘Atmosfer ve ambiyans’ bu tür yerlerde ehemmiyet taşıyor. Perakendeciler ve pazarlama uzmanları, ürünlerde ve perakende ortamlarında bulunan ince ipuçlarının giderek daha fazla farkına vardı. Tüketiciyi nasıl etkileyeceklerini, yani işlerini biliyorlar. O kapıdan içeri girdiğiniz taktirde boş dönmek yok! Dükkanlarda çalan müziklerin hareketliliğine kadar ince hesaplar tüketiciyi kıskaca dolamak adına hesap ediliyor. Örneğin, hüzünlü bir şarkı duymanız olası değil, hep enerjik, hep “haydi eller havaya” modu!
PEKİ YA ‘BİZ’?
Aslında bu yazıyı yazarken bağlamak istediğim tek bir konu vardı: Dayanışma… Çılgınca alışverişlerin bitmediği böyle bir zamandan geçerken ihtiyacı olan bir insana yardım ederken on defa düşünüyorsak, hatta üç kuruş yardım etmeyi red edediyorsak sistemin bizleri istediği gibi içine hapsettiği acı gerçeğimizdir. Küçük yardımlaşmaların büyük umutlar ekeceğine inananlardanım. Herkes diyor ya “iyi insanların yüzü suyu hürmetine dönüyor dünya” diye… Peki… Birçok dayanışma etkinliğinde, yardım kampanyalarında nerede kalıyor o güzel insanlar? Deliler gibi alışverişten vazgeçip ihtiyacımız olan kadar tüketmek, onlarca ayakkabı, giysi, takı, vs… edinmektense içimizdeki sevgiyi dayanışma ruhuna çevirip, tüketmektense üretimi büyüteceğimiz günleri yakın kılsak?.. Aksi taktirde, son dönemlerde bilim insanlarının da dediği gibi çocuklara dahi kalmayacak dünya, yok olacak.
Hâlâ umudum var. Hep beraber ‘güzel günler’ görmemizi sağlayabiliriz, sağlayacağız. ‘İnsan olmak’ umutlu olmak ve başkalarını da düşünmekten gayri nedir ki?