Büyük usta Neşet Ertaş’ın sözünü hatırlayın: “Kendi kendisinden utanmayan, yeryüzünde kimseden utanmaz…” Bugün de görüyoruz ki ne kadar utanmaz varsa meydanlarda cirit atıyor, memleketi yönetiyor; her gün başka bir eve ateş düşerken utanıp da tek bir istifa eden olmuyor. Ateş düştüğü yeri yakarken, seyirciler izliyor… Harekete geçenler ise ya hapishaneye ya da mezara!..
Bozuk düzenin yaratmak istediği ve çoğunluk olarak başardığı insan tipleri utanmaz arlanmaz kimselerden oluşuyor, sadece ekranlarda görmüyoruz bu tipleri, etrafımızda her yerde olabiliyorlar, öyle ki hanelerimize kadar bile girebiliyorlar. Bu konuyu geçelim…
Son yıllarda dünya halklarının yaşadığı kaos ortamı her gün ayrı bir çalkantı ile gündeme düşüyor. Afganistan, Pakistan, Nijerya, Fransa, ABD ve birçok ülkede bombalar patlıyor ve onlarca insan ölüyor; bu kez benzeri bir olay yılbaşı günü İstanbul’un en ‘gözde’ mekanlarından Reina’da yaşandı. Memleketi saran rezillikleri yaratanlar saraylarında, tahtlarında sıcacık koltuklarında otururken insanlar yaşamaktan günlük rutin işlerini yapmaktan korkar oldu. Elbette biliyoruz ki bu işte bir iş var. Korku cumhuriyetini yaratmak istiyorlardı, yarattılar. Yarınları, bütün insanların eşitlik ve adalet içinde yaşayabileceği sistemlerle inşa etmek istedikçe, vurdular. “Yeter ki umut kararmasın” diye başta kendimi telkin etmekten çoğu zaman yorulur oldum. Çünkü, bizler örgütlendikçe, sokağa çıktıkça, hareket ettikçe yollarımızı kestiler; saldırdılar, kırdılar, yıktılar!
Çaresiz değiliz, el ele verince ne kadar güçlü olduğumuzu gösterebiliriz, bunun için korku cumhuriyetini yıkmak ve önünde dimdik durmak yapacaklarımız arasında başta geliyor. Bir sonraki bombanın nerede patlayacağı belli değil diye tam yazacakken İzmir’de Adliye’de patlama olduğu haberi geldi. Yine masum insanlar, evine ekmek götürmek için çalışan emekçi insanlar öldü. Korkmak çare değil! Dünyanın neresinde olursan ol hepimizi herhangi bir yerde bu ölü sevici, beyinleri yıkanmış güruh yakalayabilir. Çare kaçmak değil.
İnsanlık, tarih boyunca kültürleri-dinleriyle, inançlarıyla birbirinden ayrılmış, coğrafik sınırlar içerisinde ebeveynlerin aktarımlarıyla feodal ilişkiler sonucunda inandıklarını yüzyıllar boyu taşımışlar. Güçlünün güçsüzü ezdiği zamanların dışında başka bir hal görmemiş dünya halkları ve canlıları. Kıtalar üzerinde yaşamlar oluşturulurken büyük çoğunluk sürekli savaş halinde, sevmediğini, kendinden olmayanı öldürerek, yok ederek ‘kazanmak’ insanların ezelden beri başvurduğu en güçlü eylem olmuş. Bu noktada kimliklerin aklanacak bir yanı olmadığını, güç kimin eline geçerse ötekini yok etmeye çalıştığını görmezden gelemeyiz. Bugün bana yarın sana! Güç kimin eline geçmişse artık! Bir kültür deryasıdır yeryüzü ve hep birlikte yaşayabilmek düşten öte görülesi güzel bir gerçek. Nitekim, dünya hızla büyüyüp ilerlerken kimi inançlar-kültürler katliamlarla yok edilmiş, bugün sadece kitaplarda yaşamaktalar, kimi inançlar-kültürler ise azınlıklar olarak yaşam mücadelesi veriyorlar, öldürülmeye devam ederek.
Bizler buralara nasıl geldik? İnsan nasıl bir varlık?.. İnsan, canlı bir varlık ve onu hayvanlardan ayıran en büyük özelliği ise öğrenebilme yeteneği. Mamafih, öğrendikçe, dünya geliştikçe geldiğimiz nokta aşikar. Doğduğu andan itibaren, aile ve çevresi, sonrasında ise sosyal ve kültürel miras altında şekillenmesi, kendi doğasından çıkıp başka biçimlere girmesinin başlıca sebebidir. Her koldan kuşatılmış bu varlık doğru ile gerçek arasındaki ayrımı yapamayacak kadar düşüncede sığdır. Ona öğretilenler ‘doğru’, bütün canlıların yaşama hakkını savunmak ise yanlış. Öğrenebilen bu varlık ne yazık ki ne öğrendiğini de önemsemeyecek ve öteki olarak gördüğünü yok etmeye devam edecektir. İnsanlık bugüne böyle gelmiştir.
Gelelim insan ve onu yönetenlere, bu sisteme… Her dönemin liderleri olmuştur. Liderlik çeşitlere ayrılır. Max Weber liderlik çeşitlerini üç meşruiyet tipi olarak adlandırır: geleneksel, karizmatik ve yasal. Bu liderlik çeşitlerini görev bakımından da üç kategoriye ayırır; otokratik, karizmatik ve demokratik lider ve liderlik. Otokratik liderlik genel olarak geleneksel toplumlarda görülür. Karizmatik liderlik bu özelliğe sahip kişiler tarafından yürütülür, sıfattır. Demokratik liderlikte ise bu görev her üye tarafından paylaşılmaktadır. Türkiye’nin de başında demokrasiyi dilinden düşürmeyen liderler var! Öyle ki sözde demokrasi mitinglerini de gördük! Bu hükümetler oy hakkını halka veriyormuş gibi görünse de güç ellerinde olduğundan çeşitli hilelerle oyları kendi tarafına çekebiliyorlar. Malum, son on yıl içerisinde yapılan seçimlerde vatandaş hakkını kollamak için sandık başlarında beklemedi mi?!
Her kim neyi savunuyorsa savunsun insanların öldüğü bir memlekette, her güne yeni bir olay kazınan bu sistemde gün gelir o silahlar sana da döner, senin de sevdiklerini kanını canını alır, bunu bilmek gerekiyor…
Son olarak, yıllar evvel yüksek katta bulunan bir balkonda durup dışarıyı izliyordum, aşağıdan arada bir gelen sese kulağım takıldı, hiç bir şey konuşmayan fakat arada gelip geçen insanlara “ölüm de var!” diye seslenen bu adam mesajı kısa ve öz sokaktan geçenlere veriyordu. Ölüm var. Hepimiz için var. Dünya malı dünyanın, canın ise ister toprağın ya da nereye dilersen oranın. Ölümlere sevinenlerin insanlığından şüphe etsek de sevginin ve güzelliğin kurtaramayacağı hiç bir şey yoktur. Onlar, kindar ve dindar nesilleri oluşturdular, tabandan organize olup her yeri kuşattılar. Bizler, sevgiden, emekten ve adaletten yana güçlerimizi birleştirmeliyiz, korku cumhuriyetini yıkıp güneşli güzel günlerin geleceği mutlak inancıyla yola devam etmeliyiz.