Bir kaç ay evvel işten eve yorgun argın geldim. O gün biraz da rahatsızım.
Evdeki kedilerden “Bella” ağzında siyah bir şeyle içeri koşarak girdi.
Önce çöp poşeti parçası sandım.
Sonra, peşinden gittim.
Gördüm ki yaralı bir güvercin.
Kanadını kaldırdım, kanıyordu.
“Eyvah!”dedim. Elbette bütün canlıların doğasında “şiddet” (içgüdüsel davranış) var ama çatıya yuva yapmış güvercinlerden birine “ya benim kedilerim zarar verdiyse” diye düşünüp kahroldum.
Hemen battaniyeye sardım. Küçük bir kutuya yerleştirdim ve biraz da su koydum.
Ne yapabilirim diye düşünürken “Google” imdadıma yetişti.
Sosyal medyada güvercinlere bakan bir kadın buldum.
Gecenin o saati kedilerimin kafesine koyarak götürdüm ve kadına teslim ettim.
Aradan bir kaç ay geçti. Bu defa işten eve geldim ve kapının önünde –sonradan öğrendimki- tahta güvercini kıpırdamadan duruyor. İnsanın bilmediği ne çok şey var! Bu bir kaç mevzu ile onlarca çeşit güvercinin olduğunu öğrendim.
Hemen içeri aldım.
Herhangi bir yara göremedim ama uçmaması bir sorun olduğunu açıkça gösteriyordu.
Artık güvercinlere de bakanların olduğunu, onları da koruyanların varlığını öğrendiğim için hemen aynı kadınla iletişim kurdum.
Bu defa kendisinin evinde yer kalmadığından başka bir kadına yönlendirdi.
Gece vakti yine düştüm yola.
Genç kadın, arabayı süren bir başka kadın ile geldi.
Kutuya koyduğum güvercini teslim ettim.
Yaşadığım evin çatısında güvercinler yuva yapmış.
Bütün gün bahçe ve çatı arasında zamanlarını geçiriyorlar.
Maalesef, bütün dışkılarını da bahçeye yapıyorlar.
Haftada en az bir kaç defa hortumla yıkıyor, temizliyorum.
Elbette yoruluyorum.
Bunca işin gücün içinde çekilecek dert değil!
Aylardır bir hal çaresi düşünüyorum.
Araştırdığım bir çok yer; sorunu çözebilecek gibi ama onlara zarar vermeyeceklerine güvenemediğimden harekete geçemiyorum.
Ayrıca, orada bir yuva var!
Onu dağıtmaya ne hakkım var!
Bir başka sorun ise beş kedi ile yaşıyor olmam.
Malum avcılık özlerinde.
Güvercinler bazen enginlerde uçuyor, bizimkiler her an zarar verebilirler diye korkuyorum. Karınları tok olsa da içgüdüsel olarak yakalama gereği duyuyorlar. Onlara da laf anlatamıyor insan!
Kutuya koyduğum her iki güvercinin gözlerindeki korkuyu gördüm.
Gökyüzünü güzelleştiren, barışı simgeleyen, bir çok şiire ses getiren kanatlıları insanların neden zehirlediğini düşündüm.
Dışkıdan mı?
Pislik olduklarını düşündüklerinden mi?
Onların yaşadığı alana gelip konduklarında mı?
İnsan, dünyayı sahiplenirken, diğer bütün canlılardan da kendini üstün görme yetisine sahip olmaya başlıyor. Tam da bu yüzden öldürme ve yok etme düşüncesi oluşuyor.
“Bana zarar veriyorsa, yok etmeliyim!”
Tabii! Kim her gün dışkı temizlesin. Benim gibiler de enayi zaten!
Ne de güzel söylemiş değerli yazarımız Yaşar Kemal:
“Belki bir yerlerde, bir köşelerde kuş alıp salıverecek kadar yüreği yufka bir kaç insan kalmıştır…
Kim bilir, belki…”
Elbette bir bildiği var şairlerin, yoksa bir çoğunun şiirinde yer alır mıydı güvercinler?
Güvercinler en eski tarihten bugüne insana en yakın kuş olarak biliniyor.
Eski uygarlıklar onlara tapıyordu.
Sümerliler, Tanrı’ya haber ulaştırdıklarına inanıyordu.
Yunan ve Romalılar, doğurganlığın sembolü olarak kullandılar.
Sonraki çağlarda savaş zamanlarında haber ulaştırma aracı oldular.
Yuvalarını büyük şehirlerde kurmayı tercih eden güvercinler artık insanlar tarafından“gökyüzünün faresi” gibi bir yakıştırma ile anılmakta. Sahi? Kapitalist sistemin işi bittiği her şeyi yok ettiğini biliyoruz, insan da işi bittiği için güvercinleri bu şekilde tanımlıyor olabilir mi? Geçen yıl Kırıkkale de kışın ortasında bir buğday tanesine muhtaç zavallı güvercinlerin başına ne gelmişti?Anımsayanınız var mı? Daha nice şehirlerde nice zehirlenmeler…
Küçücük kursakları vardı onların.
Zehir parçaladı kursaklarını, kanatlarını çırpamaz oldular.
Binlercesi düştü şehrin meydanına.
Hepimizin ayıbı oldular!
Onların dışkılarını süpürmemize gerek kalmadı. Çünkü vicdanı, merhameti ve insanlığı süpürdük…