Türkçe Sözlük’te grup kelimesinin açıklamalarından biri ‘çıkarları ve görüşleri ortak olan kimselerin oluşturduğu bütün, topluluk, ‘örgüt’ kelimesinin anlamı ise ‘ortak bir amaç ya da eylemi gerçekleştirmek ereğiyle bir araya gelmiş kurumların ya da kişilerin oluşturduğu birlik’. Örgüt kelimesinin açıklaması elbette kulağa daha hoş geliyor, ‘ortak bir amaç’ için bir araya gelmek ‘ortak çıkarlar’ için bir araya gelmekten daha hoş. Türkiye halkları olarak örgütlenmeyi başaramadığımız gibi örgütlendiğimiz alanlarda da gruplara ayrıldığımız aşikar. Toplumsal kuruluşlarda örgütlülüğü büyütmekten ziyade gruplaşmalar ve dağılmalar dahi söz konusu. Halkın getirilmek istendiği noktaya bakacak olursak sınırlar şehirler arası ile sınırlı değil, bölünme mahallelere sıçramış vaziyette. Tam da sistemin istediği gibi ‘böl, parçala, yönet!’. Bunları bildiğimiz halde izole, yalnız veya küçük gruplar halinde yaşamayı örgütlü kalabalıklar içinde yaşamaya yeğliyoruz. Birbirimizi sevmekten, değer vermekten bahsederken, hedeflerimizi dünyayı değiştirmek gibi büyük tutarken bir hafta içinde tam tersi hislerle ilişkilerimizi bitirip, güvensizliğimizi çoğaltıyoruz.
Sorun sadece siyasi değil, biraz da psikolojik. Teknoloji ile gelişmeye devam eden bu çağda akıllı telefonlarımızın esiri olduğumuz tartışılmaz, her şeyin elimizin altında olması, anında her şeyden haberdar olmamız yetmiyor; evlerimizi, işi gücü bırakıp sokağa inemiyoruz. Dahası, baskılar, tutuklamalar, gözaltılar elbette korku cumhuriyetini yarattı fakat daha beter günler kapımızda beklerken çare ne yapmakta diye sormak gerekmiyor mu?
Öncelikle gruplaşmaya sebep olan ve kişinin kendine olan yabancılığını özdeştireceğimiz en büyük faktör para. Ekonomik güçle edinilen mevki ve mal mülk ihtirası kişileri sadece sınıf olarak bölmüyor, aile ve eş dost arasında da bölünmeler yaşanıyor. Marx, ‘Yabancılaşma’ kitabında “Birey, toplumla olan bağı gibi toplumsal gücü de, cebinde birlikte taşır.” Ekonomik güç artık her yerde şart! Öyle ki, sol gelenekten gelen, ezilmiş halkların savunuculuğunu yıllarca yapan insanların sağ partilere bulaştığını, hatta aday olduklarını dahi gördük! Bunun nedeni para mı, siyasi boşluk mu yada hangi dalda oynayacağını şaşırmak mı bilemiyorum. Adını koymak zor! Nitekim, örgütler içerisinde de sınıfsal olarak birbirine yakın olan insanların ilişkileri daha güçlü, işçi işçiyle, patron patronla, öğrenci öğrenciyle…
Halk kavramı neredeyse yok olmuş vaziyette, sahi halk kim? Halk hepimiz değil miyiz? Bu kadar bölünmüşlüğün içinde halkı nasıl tanımlayacağız, nasıl ulaşacağız? Sendikalar, dernekler, kurumlar, vs… hep bir arada hareket edebilmenin, ülkemizde ve yaşadığımız yerlerde eşit ve adaletli bir dünya kurmanın yolu nedir? Bu denli bölünmüşlükle düşmanı deviremeyeceğimiz kesin! O zaman nasıl yapmalı?..
Sistem çürük ve para üzerine kurulu; örgütlenmelerde, kurumlarda, dernekler ve hatta vakıflarda bile paranın güçlü olduğu yerler ayakta kalabiliyor diğerleri sessiz sedasız köşesine çekiliyor, kapılara kilit vuruluyor. Ardından hayıflanmalar, darılmalar gücenmeler… Öyle ki, sosyal medya üzerinde düşmanı unutup birbirimize verip veriştirmekteyiz! “O eylemde sen vardın, diğerine sen gittin, öbürü orada yoktu…” Öte yandan, büyük çoğunluğu oluşturan örgütsüz halk var. Onlara nasıl ulaşacağız, asıl mevzu onlarla hareket etmekte, sorulacak asıl soruları da unutmuş vaziyetteyiz. Günümüzde hepimizin en büyük derdi para kazanmak! İnsanca yaşamanın bu denli zor olmaması gerektiğini de sorgulamayalı çok oldu. İşçi, emek, üretim, tüketim, eşitsiz kazanç, sınıf ayrımları, eğitimsizlik derken liste uzayıp gidiyor. Örgütsüz, büyük çoğunlukla bir adım atamayınca değişim gerçekleşemiyor, aksine günden güne kötüye giden bir çarkın içinde batmaya devam ediyoruz. Bizler, ‘gruplar’ halinde sosyal medya ağlarında birbirimizi suçlayıp dururken, onlar ülkeyi soydu soğana çevirdi. Kendimize yabancılaştığımız bu çağda birbirimize yakın olmaya yeniden öğrenmek şart. Egoist tutumları, düşünceleri ve tavırları bırakıp asıl hedefin ne olduğunu unutmadan yürümekte değil mi fayda?
Çelişkili yaşamlar peşimizi bırakmıyor. Değiştirmek istediğimiz düzenin içinde esir olmuş bedenlerimizin başta kendisine, emeğine, ürettiğine ve düşüncesine ne denli yabancı olduğunu görüyoruz. Öncelikle hepimizin banka hesapları var. Her hafta koşa koşa bankalara kazandıklarımızı yatırıyoruz, günlük internet bankacılığından girdi-çıktılara bakıyoruz ve hesaplarımızı iyi tutmak için dört dönüyoruz. Sistem bizi buna zorluyor. Her ne kadar ilk olarak banka hesaplarımızı kapatarak başlamamız gerektiğini bilsek de adımlarımızı geri atıyoruz, kapatamıyoruz. Öte yandan, bir başka derdimiz olan özel mülkiyete yüzümüzü dönelim. Savunduğumuz düşüncenin tam karşısında duran özel mülkiyet edinmeye de karşıyız fakat bir çok kişi özel mülk edinme peşinde koşuyor. Yine, sistemin esiri olarak her ay ödenmesi gereken bir yığın faturalar!.. Marx ‘Yabancılaşma’ kitabında “Öyleyse, özel mülkiyet, yabancılaşmış emek, yani yabancılaşmış insan, yabancı kılınmış emek, yabancı kılınmış yaşam, yabancı kılınmış insan kavramının çözümlemesinden çıkar” diyor. Her şeye yabancılaşmış insan özel mülkiyetten doğar. Bu yüzden, örgütlenmede başarısız, gruplaşmada başarılı insan toplulukları halindeyiz.
Sonuç olarak paranın gücünü, gruplaşmaların verdiği zararları ortadan bir nebze kaldırabilirsek değişime de biraz olsun yaklaşabiliriz. Yani, mücadele etmezsek, her yerde örgütlülüğü, taraf olmanın ehemmiyetini anlatmazsak bugünlerin karanlığı artacak, kara basan gibi memlekete çökenlerin zulmü çoğalacaktır.
Öyle ki, çocuklarımızın da geleceği tehlike altında. Canlı bombaların meydanlarda gezerek her an her yerde patlayabileceği korkusu herkesi sarmış vaziyette, çocukların sokakta oyun oynaması bile artık mümkün değil. Hal böyleyken, işimiz çok zor iken mücadeleyi elden bırakmadan; birbirimizi fikir ayrılıklarımıza, çatı ayrılıklarımıza nazaran da sevebilmek ve aynı tarafta olduğumuzu unutmadan hep birlikte hareket edebilmek gerek.
Son sözü büyük usta Bertolt Brecht söylesin, “kurtulmak yok tek başına yumruktan ve zincirden, Ya hep beraber ya da hiç birimiz”.