21. Yüzyıl’da günlük yaşama dair yeni yaklaşımların ve farklı hayat biçimlerinin çoğaldığını görüyoruz. İnsanlar, birçok nedenle vejetaryen olmaya karar veriyor. Günlük hayat içinde “şeker, kanser, kalp hastalıkları moda oldu” lafını sıklıkla dile getirir olduk. Her ne kadar genetik aktarım veya stres endeksli söylemler mevzu bahis olsa da –özellikle de büyük şehirlerin kaotik hayatlarında– bunun, yediklerimizle de büyük ölçüde bağlantılı olduğu kaçınılmaz gerçek. Nitekim bitkisel beslenen insanlarda kalp hastalığı ve kolesterolün düştüğü bilimsel olarak ispatlandı.
Genetik mi, yediklerimiz mi?
Sağlık sorunları yaşadığımızda ilk sorulan sorular “Ailenizde şeker, kanser, kalp hastalığı var mı?” İstatistiklere bakılırsa genetik aktarım olarak bu hastalıklardan en az biri aile bireylerimizde bulunmakta. Mamafih, onların beslenme şekilleri de bizden farklı değil! Bu şekilde beslenmeye devam ettiğimiz takdirde bu hastalıkları çocuklarımıza da sofralarımızdan başlayarak bulaştıracağız.
Her ne kadar genetik aktarım olmuş olsa dahi tetiklememek adına beslenme biçimimizi ve yaşam şeklimizi değiştirmemiz şart yani.
Protein mevzusu!
Vegan, vejetaryen olmaya karar veren kişilerin sıkça “proteinsiz kalırsın” diye yargılandıkları malum, biraz o mevzuya bakalım…
Alışageldiğimiz üzere insanın ihtiyacı olan protein sadece et ürünlerinde yok! Protein almak için et yemek şart değil. Çok şaşıracaksınız ama tüketici etten aldığı proteini geri dönüşüm ile hayvandan almış alıyor, yani; hayvanlar otlardan beslenerek protein alıyor ve insanlar hayvanlardan geri dönüşümle bu proteini almış oluyor. Bütün proteinin bitkiler tarafından oluşturulduğunu bilmiyor olamazsınız! Hayvan proteini IGF-1’i (insülin benzeri büyüme faktörü) tetikliyor.
Öyle gerçekler var ki, bunca yıl bize öğretilenler karşısında insan adeta hayrete düşüyor. Sadece bitkiler azot elementini havadan alıp, molekülleri kırarak amino aside çevirip protein üretebiliyor. Kısacası, hayvanlardan edinilen protein, bitkilerden geri dönüştürülmüş olan proteindir.
Örneğin, bulgur ve brokoli yemeniz, protein ihtiyacınızı karşılamaya yeterli olacaktır. Yeşil gıdalar, fasulyeler, sebzeler protein deposu. Bir başka önemli vitamin Omega 3 cevizde de var. Bu vitamini haftada bir kaç defa tüketerek almış oluyorsunuz. Sürekli balık yemek gerekmiyor! Sature edilmiş ve trans yağların fıstık, zeytinyağı ve kamola yağı ile değiştirilmesi de önemli.
İnsanların diş yapısından ağız yapısına varana kadar ‘frugivore’ (meyve ile beslenen türden) oldukları anatomik olarak kanıtlandı. İnsanlar; ayılar, rakunlar ve bazı köpekler gibi karışık anatomiye sahip değil. Köpek dişlerimiz de ağzımızla bir canlıyı öldürüp yememize yardımcı olamaz. Çiğ et de yiyemeyiz!
Dolayısıyla, protein edinmek için hayvan dokusu yemek gerekmiyor. Nitekim et endüstrisinde kullanılan hayvanların çoğu otobur, bitki yiyen cins! Öte yandan, dünyadaki en büyük bedene sahip olan hayvanların hepsi otçul.
Et deyip geçme!
Et endüstrisinde çalışan işçiler etin yenilmemesi gerektiğini belgesellerde –yüzlerini gizleyerek- alenen açıklıyor. Amerika’da saat başı 220 inek kesiliyor. Yaklaşık bir dakikada dört inek! Bu demek oluyor ki hayvanın bütün atıkları ürünlere karışıyor. Domuz pirzolaları yüzde 88 dışkı bakterisi taşıyor, yüzde 90 sığır eti ve yüzde 95 tavuk göğsü de aynı şekilde hayvan bakterisi barındırıyor. Bununla da bitmiyor! İrin iltihabının olduğu bölgeyi kesip akıtıyorlar, çoğu zaman ürünlere karışıyor. Amerika’dan başlayıp dünyanın birçok bölgesinde bulunan o “meşhur” restoranlarda gıdaların nasıl üretildiğini tiksinerek izleyebiliyoruz ancak.
Bu açgözlülük, hastalık ve suistimal karşısında mideniz bulandı mı? Yani mevzu artık sadece et yemek veya yememek değil.
Tavuk et mi?
“Ama, o beyaz!” demeyin! Araştırmalar, işlenmiş tavuğun kanserojen madde saçtığını ispatladı. Cüssesi geniş görünsün diye hormonlarla şişirilen tavukların gerçek etin dışında yapay göründüğünün farkındayız. İşlenmiş tavuk eti, erkeklerin prostat kanserine yakalanma riskini, hatta iyileşmiş olan hastalarda tekrar etme ihtimalini yüzde 4 oranında çoğaltıyor. Yine aynı sorular beliriyor usumuzda: Kanser vakıfları neden beyaz et olarak tavuğu sağlıklı gıda maddesi listelerine ekliyor? Cevabını yukarıda belirtmiştim…
Yumurta da… mı?
Evet, yumurta da! Yumurtayı pek faydalı biliriz, en azından bize sunulan paket öyle diyor. Maalesef, her gün bir tane yumurta tüketmek günde beş tane sigara içmek kadar ortalama ömrü kısaltıyor. Yumurtanın sarısı civcivleri 21 gün başka hiçbir enerji kaynağı almadan harekette tutuyor, yani; tamamen yağ ve kolesterol deposu!
Dünya Sağlık Örgütü, işlenmiş et ürünlerini kanserojen maddelerin en başına koyuyor; sigara ve plütonyumla aynı sırada. Kırmızı et listede ikinci sırada yerini alıyor. Hastalıklara karşı alınması gereken önlemler listesinde -hasta olana kadar- diyet mevzusuna ilişilmiyor. Neden mi? Baştan aşağı alçalmış bu sistemde “kimin eli kimin cebinde” misali her yerde bit yeniği, her yerde kirli oyunlar var! Sonra, onlar pişerek sofralarımızda bizleri zehirliyor…
İşlenmiş et kanseri tetikliyor, günde 50 gram işlenmiş et tüketimi kolorektal (kalın bağırsak) kanser riskini çoğaltıyor. İşlem görmüş et ürünleri ne? Örneğin, süslü püslü, şişirilmiş; tabiri caizse “taş gibi” paketlenmiş sosisler, salamlar, sucuklar hepsi kanserojen madde taşıyan ürünler olarak marketlerde yerlerini almaktalar.
Şeker!
315 milyon insan şeker hastası. Peki, şeker hastalığının yediklerimizle olan ilişkisi ne? Şu: Çoğu zaman şeker hastalığının sadece ‘şeker’ tüketimiyle alakalı olduğunu düşünürüz. Oysa öyle değil.
Beslenme şekillerimizi ve tercihlerimizi değiştirmezsek yakında her üç insandan biri şeker hastası olacak. Şeker hastalığının şekerden türediğine inananlar büyük yanılgı içinde. Şekerin sebebi vücuttaki yağ oranının kana karışması. Tehlike çanları çalınca önerilen gıdalara lütfen dikkat edin, kısaca: yeşil olan her şey artık tek dostunuz!
Kanser!
Kanser hastalıklarının sadece yüzde 5 ile 10’u genetik. Kanser hastalarına destek sunan vakıfların çağrıları kanserojen madde barındıran gıdaları tüketiciye listeler halinde sunuyor ve ne yazık ki bu listeler ‘eksik’! Danışıklı dövüş bu olsa gerek! Kime, neye inanacağımızı şaşırdık! Bu uluslararası vakıfların internet sitelerine bakınca ve biraz araştırınca görüyoruz ki finans sağladıkları reklamları McDonalds, KFC gibi büyük firmalar veriyor! Haliyle, doğal olarak bu ürünleri önerecekler; eti, tavuğu, yumurtayı zararsızmış gibi gösterecekler. Kaynaklar çok güzel, şarıl şarıl akıyor, şelale, ala!
Beslenmenin ehemmiyeti
Özellikle Amerika ve Avrupa ülkelerinde obezite neredeyse bütün hastalıkların temel sebebi haline geldi. Fast-food satan mekanlar zincirleme büyüyor! Buna ilişik olarak da insan bedenleri! Çok sayıda insan kalp-damar hastalıklarından yaşamını çok genç yaşta yitiriyor.
Kimi doktorlar et yememizi önerse de –belki de kendileri vazgeçemediğindendir– çoğu sağlık uzmanları sebze ve meyve yememiz gerektiğinde ısrar ediyor. Sağlık kliniklerinde sebze ve meyve reklamları artışta. Kısacası, en büyük sorun tükettiğimiz gıdalarda, hastalıkları sadece strese bağlamak sizce de biraz kolaycılığa kaçmak olmaz mı?
Süt ve ürünlerinin zararları…
Özellikle bebeklere, sonrasında çocuklara ve yaşlılara daha sağlıklı olmaları için inatla inek veya keçi sütü içmelerini öneririz. En önemli besin olarak evlerimizden eksilmez! Gerçek şu ki insanların sağlıklı beslenmesi için hiçbir canlının sütüne de ihtiyacı yok. Bütün sütlerde hormon var. Organik süt için de aynı gerçekler söz konusu. Maalesef, süt ürünlerinde de iltihap ve irin bulunmakta. Öyle ki, bunun dozajını sınırlayan yasalar dahi var!
Bildiğimiz gibi süt ürünleri öyle kemikleri de güçlendirmiyor. Araştırmalara göre süt ürünlerinin en çok tüketildiği ülkelerde kemik erimesi başta gelen hastalıklar arasında.
Bilim insanları, peyniri pıhtılaşmış inek irini olarak değerlendiriyor. Peynir seven ve tüketen insanlardan sıkça bağımlılık derecesindeki duygularını anlattıklarını duyarız, buna ben de dahilim! Kazein proteini –süt ürünlerinde bulunan ana protein– insan sindiriminde parçalanır ve “casomorphin” oluşturur; kazein türevi beyine giden morfin benzeri bileşiklerin eroinle aynı alıcıya ulaştığını biliyor muydunuz?.. Tabii ki o kadar güçlü ve birden oluşan etki söz konusu değil ama bağımlılık derecesinde tutkuyla sevmemize de engel değil.
İnsan sütü 1 litrede 2.7 gram kazein barındırmaktadır, inek sütü ise 26 gram. Tam 10 kat fazlası! Öte yandan, hayvanlara hayvan çiftliklerinde verilen ilaçlar da cabası! Oralara hiç girmeyeceğim.
Sonuç olarak bu araştırmalar 50 senedir yapılıyor. Kendimizi düşünemediğimiz gibi çocuklarımızın da sağlığını koruyamıyoruz. Belki de başlangıç noktamız en sevdiklerimizi düşününce olacak, ki son zamanlarda bir çok genç ve çocuk kendiliğinden vegan olmayı tercih ediyor. Bu da çok şaşırtıcı! Belki de, çocuklar özümüze dönmemiz gerektiğini biz yetişkinlere böyle öğretecek…