Türkiye’nin gündemi her gün ayrı şiddet olayları ile sarsılıyor. Tahammülsüzlüğün arttığı, düşmanlığın çoğaldığı günlerden geçiyoruz. Herhangi bir mevzu insanların direkt şiddet göstermesine sebep olabiliyor. Bu hallere nasıl geldiğimiz aşikar!
Ama, sana, canım kardeşim anlatmak güç.
Her yerde kan var!
Bir zamanlar tüm ülkenin diline dolanan Her Yerde Kar Var şarkısı bugünlerde yazılmış olsaydı muhtemelen Her Yerde Kan Var olarak anlam değiştirirdi. Ne yazık ki, artık kindar insanların kini ve nefreti körüklemek için yaptıkları ‘şarkılar’ resmi izin alınarak toplumun diline dolanıyor ve buna müsaade ediliyor. Ama çello çalan bir kadın, her şeyden habersiz metroyu kullanmaya kalktığında saldırıya uğruyor ve dayak yiyor!..
Evet, Kadıköy metrosu girişinde yaşanan olay Gülşah Erol’un karakola götürülüp şiddet ve işkence görmesiyle sonlandı. Hatta polisler “Sen ve senin gibiler bu ülkeden defolup gidin” gibi sözler kullandı. Babalarının malı ya!
Geçelim…
Erol, sosyal medya hesabından duyurduğu olayı “Dün ölebilirdim” diyerek noktalıyor. Ve yine öğreniyoruz ki, bir başka kadın, yine metroda, çırılçıplak soyularak aranıyor!..
Aslında, uzun zamandır memlekette yandaş olmayan, tarafı belli olanlar ya-şa-ya-mı-yor. Fiziksel veya psikolojik şiddet büyüyor! Yaşam güvencesi ortadan kalkmış. Özellikle büyük şehirlerin kalabalık kaoslu ortamından kaçan kaçana. Nitekim, insanlar nefes alamıyor.
“Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanır” (Nietzsche)
Müziğin köklü ve birleştirici gücünü kim inkar edebilir? Elbette evrim teorisini inkar edenler! Müzik, bütün kültürlerin en bağlayıcı noktasıdır. Nitekim, bu kadar şiddeti büyütüp beslerken ezan sesini yükseltenler anlamalılar ki ezan da bir çeşit müzik türü. Araştırmalar, müziğin 55 bin senedir var olduğunu ve tahminen Afrika sınırlarından dünyaya yayıldığını söylüyor.
İnsan, ilk olarak mırıldanma ve ıslıkla kendi sesini keşfediyor ve bugünlere geliyor. En eski müzik türleri vurmalı çalgılardan oluşuyor. M.Ö 4000 yılında Mısırlılar harp ve flütler, M.Ö 3500 yılında ise lir ve çift kamışlı klarnetler yaratmışlar. Böylece insanlar duygularını müzikle bütünleştirmiş ve ifade biçimleri yer almaya başlamış.
Müzik, duygu yüklüdür, insanda etki yaratır, en azından yaratması beklenir. Mamafih, duygularını yitiren topluluklar müziğin sesini duymadıkları gibi hissiyatlarını da kaybettiklerini hal ve tavırlarıyla aleni beyan ediyorlar.
Türkiye’de ve dünyada, özellikle popüler kültürlerin var olduğu gelişmiş (!) ülkelerde rağbet gören müzik türlerine bakalım. Ne yazık ki, teknolojik müziklerin döşendiği alt yapılara iki uydurulmuş söz yazılıp, duygudan yoksun şarkılar hepimizin kulaklarına işleniyor. Hiçbir mana, duygu ifade etmeyen sözleri “ne tutarsa” kaygılarını yerine getirerek hanelerimizin içine kadar sokuyorlar. Aslında, çello çalan kadını karakola götüren polislerin neden böyle davrandığına biraz da bu yönden bakmalıyız. Çünkü, memlekette yıllardır tiyatrolar kapatılıyor, doğru düzgün film çekilmiyor, alternatif müzik yapanlar bir noktadan sonra imkansızlıklardan ötürü geri çekiliyor…
Sanata dokunan kapıların tümünü kapatmayı hedef almış bir hükümetle karşı karşıyayız. Vicdanını, merhametini yitirmiş topluluklar gündemden düşmediği gibi, hayatın her alanını kuşatmış vaziyette.
Pardon! Siz kimsiniz?
Bilmeliyiz ki, bizler sınırlar içerisine hapsedilmişiz. Üstelik bir de göç hikayelerimiz var ki insan anlatırken yoruluyor. Göçün en büyük sebeplerinden biri daha iyi hayatlar kurmak. Nitekim, dünyanın hiçbir yerinde öyle bir sistem olmadığı için zorluklar her yerde karşımıza çıkmakta. Bazı bölgelerde biraz daha hafif haliyle… Bu kadar düşmanlık körüklerken, siz-biz kavgası güderken göç ettiğimiz yerlere, aslımıza biraz bakmalıyız, belki de kardeşizdir; canım kardeşim!
Şiddeti büyütmek…
İnsanlar her ne yaşarsa yaşasın onu süzgeçten geçirerek yaşadığında oturaklı bir hal alır, ötesinde eğreti durur ve sorunlar gitgide büyür. Türkiye’de büyük şehirler birçok ilden göç aldı. Artık her türlü aksanda ve farklı dilde konuşan insanlarla aynı ortamlarda bulunabiliyoruz. Ala! Birbirimize karışmadan bu düşmanlığı kaldırmamız mümkün değil. Çeşitlilik insanları bir araya getirir fakat memlekette bu durum böyle değil. İstedikleri gibi kindar ve dindar bir nesil yarattılar.
Öyle ki, insanlar haksız yere ihraç edildikleri için, tek seslerini duyurabilecekleri sokaklara iniyor ve vatandaşın milliyetçi duyguları içine öyle işlemiş ki oradan geçerken adeta şov yaparak “Ne mutlu Türküm diyene!” diye haykırarak bağırıyor. Yazık! Onca insanın evine ekmeğini nasıl götüreceğini sorgulamazken yandaşlığını alçalarak kamuoyuna böylece gösteriyor.
Alkışlıyoruz! Sizlerin sayesinde memleketin halleri yerlerde sürünüyor.
Erkliğiniz batsın!
Büyük şehirlerde insanların birbirlerine daha çok saygı göstermesi gerekir çünkü çeşitlilik anlamında daha zengindir. Avrupa’da yerleşmiş sistemlerde bu böyledir. Ne yazık ki, yurdumda tam tersi! Erk egemenliği her alanda lanse eden hükümet yetkilileri büyük bir başarı ile bir yığın maganda yarattı.
Öyle ki, adamın şort giyen genç bir kadına tahammülü olmadığı için yanından geçerken onu tokatlamayı kendinde hak görür oldu. Sonrası malum!
Devlet şiddeti kendi elleriyle besliyor, bu yüzden hepsi dışarıda cirit atıyor. Eskilerde ekonomik sınıfta daha fazla beliren şiddet olayları artık bütün sınıfları sarmış vaziyette. Elbette göçün ve uyum sağlamanın zorlukları tartışılmaz, amma ve lakin insan yabancılık çekiyor olsa da başka duygular içerisine girmez mi? Şiddete bu kadar meyilli olabilir mi?
Akrep gibisin!
Her şeyi yok eden insan evlatları kendini de bitirmeye kararlı. Haberler, bilim insanları, araştırmacılar, vs… dünyanın sonunun geldiğini bağırıyor. Zenginler, kendilerine ada alıp kalan ömürlerini sefa içinde geçirmenin peşinde, yoksullar ise her gün aynı kavganın içinde.
Öyle hatırlıyorum ki bir zamanlar ülkeler arasındaki gerilimleri bir nebze gidermek amaçlı yüz binlerce insanın katıldığı “kardeşlik” konserleri yapılırdı. O konserleri bir kanaldan izlerdik ve umutlanırdık. Aslında, hep aynı yere dönüyoruz. Halklar parçalandıkça büyük patronların işleri tıkırında gidiyor…
Bu şiddete ve karanlığa dur demek yine senin elinde, canım kardeşim. Eğer demiyorsan sana ve yarattığın karanlığa verilecek en güzel cevap ülkemizin değerli şairi Nazım Hikmet’in o müthiş dizelerinde;
– demeye de dilim varmıyor ama – kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!